Suriye, Arap milliyetçiliği düşüncesinin beşiği sayılır.
Pan-Arap milliyetçiliğin bayraktarlığını yapan Baas düşüncesini
şekillendirenler de Şam’dan çıkmış iki Suriyeli, Mişel Eflak ve
Selahaddin Bitar’dır. Coğrafi Suriye ile bugünkü siyasi sınırlara
sahip Suriye Devleti’nin birebir oturmaması bu ülkenin ayarını
bozar. Siyasi Suriye coğrafi olandan çok küçüktür, o nedenle de ne
Lübnan’ın varlığı ne Hatay’ın Türkiye’nin bir vilayeti olması,
Suriye/Arap milliyetçiliği açısından kabullenilir.
Suriye’nin Halep, Homs, Hama gibi belli başlı şehirleri aynı
zamanda birbirlerinin tarihsel rakibidir. Bunların Şam’ın
üstünlüğünü kabul etmesi epeyce zaman almış, Hafız Esad demir
yumrukla ülkeye hükmedebilene kadar da çok kan akmıştı. En büyük
iki rakipse elbette Osmanlı döneminin birer vilayeti olan Şam ve
Halep’tir. Ölmeden önce yazdığı muhteşem bir yazıda Lübnan asıllı
Amerikalı siyaset bilimci Fuad Ajami, ikisi arasındaki ilişkiyi
şöyle tanımlamıştı:
“Geçen yüzyılın başlangıcında Şam, Arap milliyetçiliğinin bayrağını
taşıdı, Halep bu akıma kapılmakta yavaş kaldı. Şehir kültürleri
farklıydı: Şam kendinden ve siyasi ve dinsel misyonundan emindi.
Buna karşılık Halepliler daha esnek ve kıvraktılar. Anadolu dünyası
yakınlarındaydı, çevreleri Kürt’tü ve şehir Batılı diplomatlarla
tüccarların sevgilisiydi.”
Halep, Şam’ın başkent olarak üstünlüğünü geç kabullendi. Nüfusuyla,
alışkanlıklarıyla, tüccar yapısıyla kozmopolitliği temsil eden,
ülkenin ihtiyatlılığının ve mantığının simgesi olan şehir,
1970-1980’li yıllarda Şam’ın yeni egemenlerine karşı sert ve kanlı
bir mücadele veren Muslüman Kardeşler’le rejimin savaşının muharebe
alanıydı. 1982’de biten bu kanlı iç savaş genelde Hama’daki son
katliam nedeniyle o şehrin adıyla anılır ama asıl 10 yıla yakın
süreyle cefayı çeken, sekterliği tavan yapan, mezheplerin
nefretinin bilendiği kent, dokusu aslında radikalliğe aykırı olan
Halep’tir.
Halep’in Şam’daki yeni egemenlere direnişi kendisini mezhep
düşmanlığı üzerinden ifade eder belki ama arka planda eski
seçkinlerin düşüşü, kentin, fakir kırsalı temsil eden yeni
egemenler ve onların destekleyicileri karşısındaki çaresizliği
vardır. Ajami’nin tanıttığı “Nefrete Övgü” adlı romanında yazar
Halid Halife, giderek ticaretin zayıfladığı, muhaberat ve özel
kuvvetler mensuplarının kenti haraca kestiği, şiddetleriyle
kentlileri sindirdikleri atmosferi şöyle tanımlar:
“Böylece bir zamanlar Viyana’nın ikizi sayılan şehir, içinde
korkmuş hayaletlerin yaşadığı kavruk bir yer haline gelir, Eski
ailelerin oğulları etkilerini yitirdiklerinden, geçmiş güzel
günleri yâd ederler. Kırsalın çocuklarına damat olmak zorunda kalıp
kabalıklarına göz yumarak onlarla tavla oynamaya başladılar.”
Müslüman Kardeşler bu atmosferde insanları “azınlık” rejimine karşı
biler. Romanın kahramanının kendi mücadele kararını verdiğinde
söylediği gibi: “Hayatımıza bir anlam katabilmek için nefrete
ihtiyacımız var.”
Halep 1982’ye kadar direnir. Şam’ın Sünni ve Hıristiyan tüccarları
yeni rejimle erken barışır. Hama yıkılırken Şam’da tıs çıkmaz.
Suriye’deki son isyansa aslında Baas’ın güçlü olduğu yerlerde
patlamıştı. Rejim kendisini iktidara taşıyan fakirlere, köylülere
sırtını döneli çok olmuştu. Halep, biraz da kendi tarihi nedeniyle
Suriye isyanına geç katıldı. Bir kısmı rejimin, bir kısmı
muhalefetin elindeydi. Varil bombalarıyla yıkıldı, acı çekti,
bitti, tükendi.
Muhtemelen yakın zamanda rejim şehrin tümüne hâkim olur. Sonrasında
bir insanlık dramı yaşanır. Stratejik açıdan Rusya, İran, Hizbullah
ve Baas rejimi muzaffer sayılır. Batı her ne kadar yenilmiş gözükse
de cihatçı tehdit nedeniyle dünyada hemen herkes zaten zımnen
rejimin arkasında.