Kimlikleri katı, değişmez, ezelden ebede taşıdıkları kemikleşmiş özelliklere göre tanımlamak, son zamanların siyasi modası. Karışık nüfusların yaşadığı yerlerde bireyleri ve toplulukları bir “öz” kimliğe indirgemek, kimlik üzerine kurgulanmış dışlayıcı, giderek şiddeti kutsayıcı hareketlerin de işine geliyordu.
Böyle bir ortamda Müslümanların içinde yaşadıkları Müslüman olmayan toplumlara nasıl uyum sağlayacakları sorusu gündeme yerleşti. Gerek aşırı İslamcılar, gerekse bu toplumlardaki ırkçılar veya aşırı muhafazakârlar bunun asla gerçekleşemeyeceğini, ortada dinlerden/kimliklerden kaynaklanan özcü bir uyuşmazlık olduğunu savundular. ABD gibi, yani göçmenler tarafından kurulmuş ve ona göre kurgulanmış bir ülkede Meksikalıları duvarların arkasında bırakmayı, Müslümanları ülkeye sokmamayı savunan biri, başkan adayı olabildi.
Genelde Trump’ın savunduğu yönde giden rüzgârlara rağmen, dışlayıcı/milliyetçi Bağımsızlık Partisi’nin yükselişte olduğu İngiltere’de, başkent Londra’da Pakistan asıllı, babası otobüs şoförü olan İşçi Partili bir Müslüman, tarihteki en yüksek oyu alarak belediye başkanı seçilebildi. Kriz içinde kıvranan iktidara da seçimlerin ideolojik takıntı ve lafla değil, çalışarak, somut ihtiyaçlara cevap verecek politikalar üreterek kazanılabileceğini gösterdi.