Bu yılki Amerikan başkanlık seçimlerinin zaten ülkedeki keskin
çelişkileri, kutuplaşmaları sonuna kadar zorlaması bekleniyordu.
Amerikan Bağımsızlık Günü’nün ardından gelen üç günde yaşananlar
yazın tahmin edilenden de daha sıcak ve şiddet dolu geçebileceğini
gösterdi.
Bu yılki başkanlık önseçimlerinde Demokratların kampanyalarında
birçok kez ön plana çıkan siyah hayatlar da önemlidir (Black Lives
Matter) hareketi son yıllarda daha çok göze batan siyahlara yönelik
polis şiddetine tepkinin örgütlenmeye hatta radikalleşmeye
başladığını göstermişti. Geçen hafta Alton Sterling ve Philando
Castile’nin polis tarafından göz göre göre öldürülmelerinin video
kayıtlarının sosyal medyadan yayılmasıyla bir öfke patlaması
yaşandı.
Sayıları katlanan siyah maktullerle polise yönelik intikam
saldırıları nefreti körüklemeye devam ediyor. ABD’nin hatırı
sayılır bir bölümünde Spyke Lee’nin 1989’da çevirdiği Doğru Olanı
Yap (Do the Right Thing) adlı, bir mahalledeki önyargıların,
düşmanlıkların nasıl patlayıverdiğini anlatan filmindeki atmosfer
hâkim olmaya başladı.
Dallas kentinde bu ölümleri/cinayetleri protesto etmek için yapılan
gösteri barışçı bir gösteriydi. Bunu kana bulayan da “Tüm ülkede
beyaz polis memurlarını öldürmeliyiz” şiarıyla hareket eden bir
nefret grubuna üye, Afganistan’da savaşmış bir siyah asker oldu. Bu
eylemle birlikte bir yandan Ulusal Polis Örgütleri Derneği müdürü
“Polislere açılmış bir savaş var” derken, polis şiddetinden bezmiş
olanlar da gösterilerini sürdürdüler.
ABD’de siyah bir başkan döneminde ırk savaşları şiddetlendi.
Küreselleşme karşıtlığı ve fakirleşmeye gösterilen tepki kendisini,
bir kez daha Amerikan tarihi geleneklerine uygun olarak ırkçılık
üzerinden gösteriyor. Dallas ile ilgili bir diğer nokta Afganistan
ve Irak savaşlarından dönenlerin ruh sağlığının pek yerinde
olmadığının, bunların pek çoğunun yeterli psikolojik bakım ve
tedaviyi almadıklarının bir kez daha gündeme gelmesi.
ABD’nin iç ve dış politikadaki şiddet kültürünün toplumun
psikolojisini şekillendirmedeki etkisi de buna eklenebilir. David
Cole’un New York Review of Books’ta yazdığı gibi, “Suça karşı ilk
devreye girenler ellerindeki kelepçeler ve silahlarla polisler
oluyor. Dünyada vatandaşlarını en yüksek oranda hapse atan ülke
biziz. İçeri atılanlar da gayet orantısız şekilde yoksulluğa batmış
şehrin kötü semtlerindeki siyahlar ve Latin kökenliler. Devletin
şiddeti özel şiddeti besliyor.”
Belki de asıl tartışılması gereken ise tüm bu şiddet olaylarının,
katliamların bu denli kolayca gerçekleştirilebilmesini sağlayan
ortam: ABD’de en olmadık silahların kolayca elde edilebilmesi ve
bunların denetimi için gösterilen tüm çabaların Ulusal Silah
Derneği’nin lobicilik duvarına çarpması. ABD’de halihazırda
bireylerin elinde 300 milyon silah bulunuyor. Yüz kişiden 88’inde
silah var. 1983’ten 2012’ye kadar silahla işlenmiş cinayetlerde
ölenlerin sayısı 325 bin. Ancak bunların yalnızca 547’si
katliamlarda ölmüş. Her yıl ateşli silahlarla öldürülenlerin sayısı
30 bin. Bu yıl 500 kişi polis tarafından