En az iki kuşak açısından Demirel’siz bir
Türkiye mümkün değildi. Hayatımıza istesek de istemesek de
damgasını vurmuştu. Kimileri için üç genç solcunun asılmasında
gösterdiği dehşet uyandıran ısrar ve heyecanla, Milliyetçi
Cephe hükümetlerinin siciliyle anılacaktı. Kimilerine göre ise
kendince sürdürdüğü, belli bir egemenlik, meşruiyet ve sınırlı
demokrasi arayışına dayalı mücadelesi, hırsı, azmi nedeniyle siyasi
tarihte müstesna bir konuma yerleştirilecekti.
Bir birey olaraksa Süleyman Demirel çalışkan, müthiş zeki,
güçlü hafızasıyla herkesi etkilemekten müthiş zevk alan ve
yakınında yer alanların anlattığına göre de, nüktedan bir
keyif insanıydı.
Siyaset ve onun siyaset anlayışının temelini teşkil eden
kalkınmacılık galiba tüm hayatıydı. Kökleri ve doğduğu dönemin
fukaralığının, imkânsızlığının aşılması tutkusunun onun itici gücü
olduğu belliydi. Bunu sağlamak için her zaman doğru tercihleri
yapıp yapmadığı ayrı bir bahistir. Tabii bir de, hiçbir zaman
kendilerinden hesap sormadığı askerlerin kendisini attığı
kuyudan çıkmak için verdiği kavga tanımlardı hayatını. Ne var ki,
bu kavga yalnızca kendi siyaset hakkının elde edilmesine
kadardı.