Sözü Erdoğan’a getireceğim…
Sözü AKP’ye getireceğim…
Sözü yandaşlara getireceğim…
Ama önce yazacaklarım var:
Muzaffer Şerif Başoğlu (1906-1988)…
Dünya onu sosyal psikolojinin kurucularından “Muzafer
Sherif” olarak tanıyor.
Ödemişli varlıklı ailenin çocuğuydu. İlçenin Yunan işgali sırasında
ölümden şans eseri kurtuldu.
İzmir Amerikan Koleji’ni bitirdi. Darülfünun’da (İstanbul
Üniversitesi) felsefe okudu. Burs kazanarak ABD’ye/Harvard
Üniversitesi’ne gitti, psikoloji konusunda master yaptı.
Sonra…
Fransa, İsviçre, Almanya’da akademik araştırmalar yaptı.
İlk eserini yazdı: “Bir Öğrenme Faktörü Olarak
Açlık.”
İstanbul’da bir yıl öğretim üyeliği ardından
tekrar ABD’ye giderek Colombia
Üniversitesi’nde psikoloji doktorası yaptı. Ardından…
Tekrar Türkiye’ye döndü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde
psikoloji kürsüsünü kuran ekip içinde yer aldı. Yıl,
1939 idi.
Aynı fakülteden
yakın akademisyen arkadaşlarıyla “Yurt
ve Dünya”, “Adımlar” gibi anti-faşist dergiler çıkardı.
Dönem İkinci Dünya Savaşı idi; faşist saldırılar
yoğundu. Muzaffer Şerif, 1944 yılında tutuklandı; TKP üyesi
olduğu iddia edildi. Ve:
Muzaffer Şerif, kumpasları, hakaretleri kabullenemedi; Türkiye’ye
kırıldı. Princeton Üniversitesi’nin daveti
üzerine 1945’te ABD’ye gitti. (Pertev Naili
Boratav, ABD Stanford Üniversitesi ve
Niyasi Berkes Kanada McGill Üniversitesi’ne
gitti. Behice Boran ülkede kaldı ve başına gelmeyen kalkmadı!)
Muzaffer Şerif, ülkeye dönmek istedi. Ancak yabancı ülke (ABD)
vatandaşıyla -akademisyen Carolyn Wood
ile- evli olduğu için memurluk yapmasına izin
verilmediğinden Türkiye’ye dönemedi.
Hayır anlatmak istediğim “beyin göçü” değil.
Bu girişi şundan yaptım: