Önce bir tanım:
İdeoloji; siyasal, toplumsal bir öğreti oluşturan hükümetin, siyasi partinin, toplumsal sınıfın veyahut kişinin davranış ve düşüncelerine yön veren politik, bilimsel, felsefi, hukuksal, dinsel, estetik, ahlaki temellere dayanan düşünceler bütünü…
Sonra bir kişi:
Destutt de Tracy (1754 – 1836)…
Fransız filozof, ideoloji kavramının mucidi.
Ona göre ideoloji, doğru ile yanlışı, safsata ile gerçekliği ayırmaya dönük bilimsel disiplin.
Bu bağlamda ideoloji “fikirler bilimi” olarak formüle edilir.
İdeoloji kavramını yaygınlaştıran düşünür Karl Marks oldu. Dedi ki:
-“Toplumun maddi gücüne hükmeden sınıf, aynı zamanda hâkim entelektüel güçtür…
-“Maddi üretim araçlarını elinde tutan sınıf, aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de denetimi elinde tutar…
-“ Zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların fikirleri, bu araçlara sahip olanlarınkine tabidir…”
Sadece Marksistler değil; M.Weber'den E. Durkheim'e kadar çok düşünür de ideolojiye farklı yaklaşımlar getirdi.
Gelelim ana konumuza:
Daima şunun altını çiziyorum:
İdeoloji/ teori/ kuram tartışması yapılmazsa, salt kişilerin konuşulduğu “siyaset çukurunda” debelenip/ çırpınıp durulur!
Yani, gidilecek “yol” için pusula-harita şarttır…
Peki:
TARİHSEL ARKA PLAN
Çoğu siyasi parti “ideolojisi” sözünü duyunca neden irkiliyor?
İki sebebi var:
Bir, Soğuk Savaş başlangıcında/ 1950'lerde Batı/ABD, “ideolojinin sonu” tezini ortaya attı. İddiaları şuydu: Marks'a göre, ideolojilere temel olan ekonomik eşitsizliklerdir. Batı toplumlarının ekonomik düzeyde refaha kavuşması sınıf farkını ortadan kaldırdığı için bu ideolojilerin bittiği anlamına gelir!