Yıl, 636.
Hz. Ömer Medine’de Mescid-i Nebevi’de cuma
namazında hutbe okuyordu. Birden…
“Ya Sâriye! Dağa doğru dağa doğru! Haine güvenen aldanır” dedi.
Bu sözleri duyan cemaat şaşırıp birbirlerine bakmaya başladı.
Hz. Ali, “elbet bunda bir mânâ vardır” dedi.
Sariye, İran’ı fethe çıkan komutandı.
Namaz bitince Abdurrahman bin Avf, Hz. Ömer’e
niçin böyle söylediğini sordu. O da şöyle cevap verdi: “Ben o sözü
gayr-i ihtiyârî söyledim. Düşmanların,
askerlerimizi yenilgiye uğratmak üzere
olduklarını gördüm. Ordumuz bir dağ eteği
üzerinden ayrılmak üzereydi. Eğer arkalarını dağa verirlerse,
düşmanla tek bir cepheden savaşırlardı. Şayet
dağı bırakır da açığa çıkarlarsa helâk olurlardı. İşte bu durumu
görünce onların dağa sığınmalarını emrettim.” Bir ay
sonra…
Komutan Sâriye’nin elçisi
Medine’ye şu haberi getirdi:
“Düşman bir cuma günü bize saldırdı. Sabah namazından güneşin
tepemize geldiği vakte kadar savaştık. Tam bu
sırada: ‘Ey Sâriye! Dağa çekil dağa’ diye nidâ eden bir
ses duyduk. Hemen dağa sığındık. Daha sonra da Yüce Allah’ın
izniyle düşmanı yenilgiye uğrattık…”
Kadisiye zaferi, Müslümanlara İran’ın kapılarını
açtığı gibi, daha sonraki savaşların kazanılmasına da zemin
hazırladı…
Peki…
Aslında ne anlatmak istiyorum?
“Tayy-ı mekan” kavramı vardır; mekanı aşarak bir anda farklı yerlerde görünme.
“Bast-ı zaman” kavramı vardır; zamanın genişlemesi/ zamanının ötesine geçmek.
Yani… İnsan ruhunu, bedeninin baskısınd...