Soner Yalçın Sözcü Gazetesi

Proje...

Frankenstein… Adını bilmeyen yoktur. Bu fantastik romanı 1818 yılında İngiliz Mary Shelley yazdı. 1932 yılında ilki olmak üzere kaç kez filmi çekildi; tiyatrolarda sahnelendi; şarkılar yapıldı....

06 Temmuz 2017 | 1.789 okunma

Frankenstein…
Adını bilmeyen yoktur.
Bu fantastik romanı 1818 yılında İngiliz Mary Shelley yazdı.
1932 yılında ilki olmak üzere kaç kez filmi çekildi; tiyatrolarda sahnelendi; şarkılar yapıldı.
Geçen hafta roman bizim gündemimize geldi. Bir yayınevinin tercümanı, -aynı Frankenstein gibi- “iyi bir şey yapayım derken” başka yayınevinin çevirisini “araklayarak” kötü bir şey yapmıştı! Romandaki replikle söylersek, “Aman tanrım meğer bir canavar yaratmışım!”
İntihal olayını duyunca, “Mary Shelley’in kitap şanssızlığı devam ediyor” diye düşündüm. Çünkü, yazdıklarının başına hep tuhaflıklar geldi.
Talihsiz kadın yazarın kimi yazdığı öyküler kayıptır. Örneğin, İsviçre’de yazdığı “Hate” (Nefret) kaybolmuştur. Yine, bir ahşap kutuda sakladığı ilk denemeleri de Paris’teki Hotel de Vienne’de unutulmuştur.
“Lodore” adlı romanının üçüncü bölümünün son 36 sayfası yayınevi bürosu ve redaksiyon odaları arasında gidip gelirken ortadan kaybolur! Eksik bölümü yeniden yazar. Keza…
“Maurice or the Fisher’s Cot” (Maurice ya da Balıkçının Kulübesi) adlı öyküsü Mary Shelley’in ölümünden on yıllar sonra 1997’de bulunur.
Mary Shelley, Hz. Muhammet’in hayatını yazmak ister ve fakat yayıncısı soğuk bakar. Biyografiyi yazıp yazmadığı bilinmez…
Yani…
Türkiye’deki son intihali okuyunca, “yazdıkları konusunda Mary Shelley’in talihsizliği hala devam ediyor” diye düşündüm. Şaka gibi.
Bu giriş yapmamın nedeni başka…

Mary Shelley’in ilk eseri, aşık olup kaçtığı dönemin büyük romantik şairi Percy Bysshe Shelley ile gittiği Avrupa’yı anlattığı “Altı Haftalık Bir Yolculuğun Tarihi” kitabıdır. Sıra dışı yolculuklarını anlatır…
Geçen gün…
Enis Batur’un “Ada Defterleri” kitabının sayfaları arasında gezintiye çıktım:
“Aşırı hırs, bana kalırsa, başka bir yaşam tarzı gerektirirdi. Herkesten, her şeyden, hemen hemen, el ayak çekmeyi. Dün Safranski’nin kitabını bitirdim, işte Nietzche. Dönelim bakalım: İşte ‘Komedya’nın Balzac’ı, Proust, başkaları. Öyle yaşamadım, aklımdan geçirmedim.
Kaldı ki, çok çalışmış, çok yoğunlaşmış örneklerin tümü için geçerli olmamıştır tümden el ayak çekmek: Sartre, Aragon, Picasso, Matisse, Messiaen, Foucault apayrı alanlarda, bilebildiğim kadarıyla marazi münzeviliklere kendilerini kaptırmadan ürün vermiş ve yaşamış modellerden yalnızca birkaçı.
‘Dostum Petrarca’ da. Yedi yüz yıl önce yazdıklarına bakıyorum da, benzerliğin bu kadarı olur. “Projem’, baştan beri belli bir düzen, çekidüzen, yatırım, sabır ve inat gerektirdi; biliyorum. Vaktim ve sağlığım elverdiğince vermeye, sonucunu almaya devam edeceğim…”
2007 yılında Enis Batur,  “10 Ağustos, 07.45” tarihli defterine bu notu düşüyor. “Projesi”,  2008 Nisan’ında, “Tezgahtaki, yarısı bitme aşamasına dayanmış yaklaşık otuz kitabı bu süre içerisinde, şu adadaki tempoyla düze çıkarırım. Olabilir mi, ayrı. Sarkabilir kimileri. Umarım beklenmedik projeler devreye girmez.”

Önce, Mary Shelley gezi notları…
Sonra, Enis Batur’un Ada günlüğü…
Benim de “projem” vardı. Bu yaz iki ay köşe yazısı yazmayacaktım. Kutuplaşmış siyasetin kirli-puslu havasından çıkıp nefes almak istiyordum.
Bu karanlık atmosfer insanın ruhunu hastalandırıyor. Herkes, kurnazlıkla savaşmaya ne çok hevesli! Yazık.
Mary Shelley gibi kaçmak uzaklaşmak ihtiyacı içindeydim. İçimde biriken öfkeyi gökyüzüne haykırmak istiyordum.
Edebiyatla, müzikle kendimi temize çekmeyi düşünüyordum. Bir günde arka arkaya filmler seyretmeyi ne çok özledim.
Bir de yarım kalmış kitap taslakları köşede bana bakıp duruyor; bitirilmeyi bekliyor. “Tamam” dedim, hepsini bu yaz yapacağım.
Enis Batur “projesini” gerçekleştirdi mi?
Ya ben?
Geçen günlerde… İsmail Küçükkaya ve Fatih Portakal iki aylık “tatile” çıktıklarını açıkladı. Nasıl kıskandım anlatamam! Cnntürk döneminde, programla birlikte biz de iki ay izin kullanırdık, ne güzel günlerdi. Şimdi?
Şimdi nasıl gidebilirim? SÖZCÜ’ye kirli bir kumpas kurulmuş; Gökmen Ulu ve Mediha Olgun zindana atılmış.
Tahammülsüzlük artmış, zorbalık gözünü karartmış; bilmez ki, zalimlik fikrin değerini düşürür. Anlatamazsın…
Böyle zorlu günlerde nereye gidebilirsin?
Nasıl bırakabilirsin arkadaşlarını, gazeteni?
Evet, iki ay bile olsa zor kopup gitmek.
Böyle dönemlerde hakikatler daha da önem kazanıyor. Yazmak şart.
Ama.
İlfah olmaz sahtekarlıkla mücadele için biraz dinlenmek gerekiyor.
Hiç değil, bir-iki hafta izin veriniz!
Kafa izni istiyorum biraz.
Sağlıcakla kalınız…

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
İçerden bir ses 04 Eylül 2024 | 2.310 Okunma Asıl “züppe” kim 30 Ağustos 2024 | 1.852 Okunma İmamoğlu’na ne lazım 28 Ağustos 2024 | 2.150 Okunma CHP vizyonu 22 Ağustos 2024 | 1.962 Okunma Aklıma “diyaloglar” geldi 20 Ağustos 2024 | 1.614 Okunma