Gündemde af var…
Aklıma Fransız düşünür Michel
Foucault (1926-1984) geldi! En
etkili kitaplarından olan “Hapishanenin
Doğuşu”nu 1975’de yazdı.
Bu çalışma aslında bir “kaybedenlerin
tarihi”…
Foucault antropolog, psikolog ve sosyolog olarak bu eserinde suç ve
hukukun sosyolojisini ele aldı. (İran’da Şah karşıtı gösteriler
1978’de ayyuka
çıktığında Foucault, Paris’te
sürgün Ayetullah Humeyni ile görüştü;
İran’a giderek gösteriye katılan insanlarla röportaj yaptı.
Makalelerindeki “siyasi
ruhanilik” kavramı “Siyasal
İslam”a ilişkin ilk tespit oldu. Bu
makaleleri 11 Eylül saldırıları ardından çok
ilgi gördü. (Konumuza dönersek…)
Foucault… Hapishaneyi (keza okulu, kışlayı,
tımarhaneyi, hastaneyi,
fabrikayı); sanayileşen-şehirleşen ve iktidara ortak
olup kontrol toplumu/”modern devleti” inşa
eden burjuvazinin “kapalı terbiye
alanı” olarak değerlendirdi!
Buralar iktidarın “gözaltı” ve “disiplin” yerleriydi.
Hedef, bireyi yeniden üreterek/
şekillendirerek itaatkar-çalışkan toplum yaratmaktı.
Bundan önce Batı’da kiliseye bağlı hücreler
gibi ceza yerleri ve
işkence-öldürme-malına el koyma gibi cezalandırma
biçimleri vardı. İktidarlar, açık alanlarda -idam
gibi- gövde gösterisi şeklindeki
cezalandırmayla halkın suça olan yatkınlığını
dizginleme amacındaydı. Halka açık bu “şenlikli
cezalandırmanın” amacı, bedeni-ruhu kökten yok etmekti.
Zamanla… Ceza yeri açık
meydanlardan/”şenlikli” olmaktan çıkarıldı; yüksek duvarlarla
çevrili koğuşları bulunan, eğitim verilen hapishane binaları “icat”
edildi!
Artık… Ceza, yargılamanın ötesine geçip,
düzeltmeyi, ıslah et...