EN baştan şunu söylemeli ki, çok partili yaşama geçildiğinden bu yana, en adaletsiz denebilecek, devletin tüm kurumları ile AKP lehinde ağırlık koyduğu bir seçim sürecini ilk kez yaşadık.
Tarafsızlığı Anayasa hükmü olmasına karşın Cumhurbaşkanı
Erdoğan, itiraf da ettiği gibi 'devletin parasıyla' meydanlara inip
muhalefeti topa tuttu, AKP için oy istedi, "400 milletvekili verin"
dedi.
Çok partili yaşama geçildikten sonra bu da bir ilkti.
Bununla da yetinilmedi, devletin tüm kurumları kendisi için
seferber edildi, kamu çalışanlarının mitinglerine katılımı zorunlu
kılındı.
Bu mitingler öncesi yerel medyada günlerce 'milletin adamı geliyor'
sloganı ile reklamlar yapıldı, paraları da valilikler tarafından
ödendi.
Saray görevlilerinin her türlü konaklama ve giderleri de böyle.
ADİL OLMAYAN SEÇİM
Başta bankalar olmak üzere, kamu kurumları seçime günler kala
devasa reklam kampanyası başlattı; hem iktidara yakın medyaya
kaynak sağladılar hem de 'ülkede her şey tozpembe' yönünde algı
oluşturmaya çalıştılar.
AKP ile muhalefetin kitlelere ulaşması konusunda da büyük bir
adaletsizlik yaşandı; Başbakan ve Cumhurbaşkanı yüzlerce saat canlı
yayın hakkı edinirken, muhalefetin tümü bu rakamın yüzde 10'una
dahi ulaşamadı.
En vahimi YSK, Cumhurbaşkanı'nın yolunu açarak muhalefete büyük
haksızlık yapılmasına olanak sağladı; yetmedi, meydanları dahi
partilerin elinden alıp, seçimde aday olmayan bir kişiye, yani
Cumhurbaşkanı'na tahsis etti.
Oysa esas olan partilerin meydanları kullanmasına öncülük
etmesiydi.
Anayasa ve yasaların emri gereği, seçimin 'Adalet ve eşitlik'
prensipleri içinde gerçekleşmesini sağlamakla yükümlü olan YSK'nın
bu tutum ve kararları büyük kuşku kaynağı oldu.
Kısacası YSK, bu seçim sürecinde seçmene pek güven vermedi dense
yeridir.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen seçim gerçekleşti ve millet kararını
verdi.