Şükrü Küçükşahin Hürriyet Gazetesi

Yekvücut olmanın yolu

CUMHURİYET tarihinin 'en' dolu iş ve icraatıyla övünen bir iktidarın 13'üncü yılında, terörün de en büyüğünü yaşamak gerçekten çok üzüntü verici. Yüreğimiz ne kadar...

12 Ekim 2015 | 170 okunma

CUMHURİYET tarihinin 'en' dolu iş ve icraatıyla övünen bir iktidarın 13'üncü yılında, terörün de en büyüğünü yaşamak gerçekten çok üzüntü verici.

Yüreğimiz ne kadar yansa da kayıplarımız giderek artıyor, hepsinin mekânı cennet olsun; umalım, yitirdikleri yaşamları haykırdıkları 'barışı' getirsin.
Evet, gün suçlama değil, AKP sözcülerinin de dediği gibi, 'yekvücut' olma günü.
Üzgünüm, "Geç kalmış bir söylem" demek zorundayım; çünkü, 'Siyaset çatışmacı dili kenara bıraksın' diye ne çok söylendi, yazıldı, çizildi.
Yazık ki, ülkeyi kahreden manzara karşısında dahi o dil çok değişmiş değil.

BİR-İKİ GÜN SABREDİLSEYDİ YA

Bakın, kim kızarsa kızsın gerçekleri söylemek, şunu sormak zorundayız:
"Tamam, Selahattin Demirtaş'ın sözleri oldukça sertti; ama bu ağır katliam ardından edilen o sözleri ülkeyi yönetenler, aynı tonda karşılamak zorunda mı? Onca canın sorumluluğu omuzlarında yük olan bir Başbakan, 'sabır' deyip, birkaç gün beklese iyi olmaz mıydı?"
Çünkü, "Fırat kıyısında bir kuzuyu kurt kaparsa bu Hz. Ömer'den sorulur" gerçeğini ve felsefesini en iyi bilenlerin başında Davutoğlu gelse gerek.
Hükümet, o barış mitingine katılanların güvenliğini sağlamakla yükümlüydü.
O nedenle yaşanan katliamda sorumluluğunu kabul edip, halktan özür dileyip dersler çıkarmalı, ihmali olanları kenara çekebilmeliydi; ama bunlar olmadı.
Başbakan, hem muhalefete yüklenip suçu onlara attı hem de mevcut hükümetin AKP hükümeti olmadığını söyleyerek, tam bir şaşkınlık yarattı.
"Hükümet boşluğu bırakmadık, ülke güvenliği için her kararı aldık" diye meydanlarda övünen Davutoğlu, bu sözlerle kendisini de tekzip etti.
Asıl tehlike ise bu sözlerin, bir hükümet zafiyeti algısına yol vermesiydi.
Bu itiraf en çok terör örgütleriyle ülke düşmanlarını cesaretlendirir, bilmeli.

İNADINA SANDIK

Şimdi hepimiz, "Ülkem bunları yaşamak zorunda mıydı" diye düşünmeliyiz.
'400 milletvekili' inadını 'tek başına hükümet' inadına dönüştüren anlayışın ağır maliyetinin önümüze geldiğini görmek zorundayız.
Kabul etmeliyiz ki, bu ülke seçime gitmektense AKP-CHP ortaklığıyla yoluna devam etseydi, bundan ilk başta terör örgütleri ürkecekti; çünkü büyük bir uzlaşma, hoşgörü ve umut dalgası ülkeyi saracaktı.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ankara'nın gelişmesi üzerine 02 Aralık 2015 | 382 Okunma İlk iş AB çıpasını güçlendirilmek 30 Kasım 2015 | 162 Okunma Kılıçdaroğlu istemedikçe değişim olmaz 25 Kasım 2015 | 401 Okunma Türkiye'nin risk ve şansları 23 Kasım 2015 | 293 Okunma Ankara Garı ile Rus uçağını unutanlar 18 Kasım 2015 | 669 Okunma