Bu yıl ve bu ay İran Cumhurbaşkanı Reisi’yle ortak mirasımız Erdebil
Tekkesinin Şeyhi ve Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail’in (17
Temmuz 1487-23 Mayıs 1524) 400. ölüm yılı. Babası Safevî Şeyhi
Haydar, Şah İsmail henüz bir yaşındayken öldürülmüştü. Henüz 14
yaşındayken 1501 yılında Tebriz’i ele geçirdi ve taç giydi.
Yavuz Sultan Selim’le
giriştiği Çaldıran Savaşı’ndan (1514) 10 yıl sonra Tebriz’de
yaşamını kaybetti.
Şah İsmail, devlet adamlığının yanında 16. Yüzyılın, Türkçe’nin
önemli bir şairi. Arapça ve Farsça biliyor ama daha çok Hatayi mahlasıyla Türkçe
yazmış. 400 yıl sonra bugün bile çok rahat okuyup anlayabildiğimiz
bir dili var. Hece vezniyle de aruzla da yazıyor. Deh-nâme ve
Nasihat-nâme adlı iki mesnevisi, bir de şiirlerinin toplandığı
Dîvân’ı olan Şah İsmail’in sarayında yalnız şairlere değil güzel
sanatların hemen her dalına önem verilmiş.
Şiirleriyle sadece Safeviler’in temel unsurunu oluşturan
Kızılbaş Türkmenlerini değil, Osmanlı coğrafyasındaki Alevi-Bektaşi
geleneğini de etkilemiştir. Nizâmî, Evhadî, Kişverî-i Tebrizî,
Habibî gibi Farsça yazan şairlerle de Nesîmî ve Ali Sîr Nevaîleri
de okuyarak yetişmiş. Bağdat’ı fethettiğinde Fuzûlî ile tanışmış,
FuzuliBeng u Bâde’yi ona ithaf etmiştir.
Biz de İran Devleti’nin kıymetli şehitlerini onun birkaç şiiriyle
uğurlayalım.
Ve bir son söz de iki ülkenin milletine Özsoy operasındaki
Hatun’dan olsun:
“Yurda armağan olsun hakanım bu çifte kurt
Şayet bir gün görürse kara gün bu güzel yurt
Biri arslan biri kurt olarak saldırsınlar
Yeryüzünden kötülüğün kökünü kaldırsınlar”
Melüllenme deli gönül
Gez bir zaman var nic'olur
İndir tahtını yüceden
Yık bir zaman gör nic'olur
Bir iş gelirse başına
Bahane bulma komşuna
Sefil hırka çek başına
Yat bir zaman gör nic'olur
Şah Hatayi'm doğan aylar
Geçinin yoksullar baylar
Herkes kemalini söyler
Konma gönül dur nic'olur
Yol yüğrüktür her sofuyla tutulmaz
Müşteri olmazsa gevher satılmaz
Ekmek yedirmekle hakka yetilmez
Hakk'a yarar doğru kul olmayınca
Niceler gelirde tasvire bakar
Kendini bilmeyen odlara yakar
Bir kulaktan girer birinden çıkar
Kursağa bir delik yol olmayınca
Söylenen divandan sen ne anlarsın
Evliyaya gevher olup çağlarsın
Tutmadıktan sonra niye dinlersin
Mani mi türkü mü anlamayınca
Camış gelir kendi kendin kaşıtmaz
Nur doldurup kalp evini ışıtmaz
Bin bir kelam desen birin işitmez
Neyleyim kulağı sem etmeyince
Değme sofuların meyi içilmez
Sofrasının başucundan geçilmez
Mahmurdur uykudan gözü açılmaz
Neyleyim marifet kal olmayınca
Engin olmayınca sular çağlamaz
Değme bir sofuya gönül bağlanmaz
Şah Hatayi’m gözüm yaşı sağlanmaz
Özünden bulanıp ağlamayınca
Ezel bahar olmayınca
Kırmızı gül bitmez imiş
Kırmızı gül bitmeyince
Sefil bülbül ötmez imiş
Bülbüller gelir ötmeye
Güle sarılıp yatmaya
Bağıban gülü satmaya
Gül kadrini bilmez imiş
Bahçevan sata bu gülü
Haramdır parası pulu
Ağlatma sefil bülbülü
Gözyaşını silmez imiş
Yılda bir gün ziyan olur
Dost yoluna talan olur
Bazı insan hayvan olur
Hayvan adem olmaz imiş
Şah Hatayi'm ölmeyince
Tenim turap olmayınca
Dost dosttan ayrılmayınca
Dost kadrini bilmez imiş