Dün gece geldik. Bugün akşam yeniden gidiyoruz. Evin içinde bir
oraya bir buraya dolaşıp hızlı hızlı bavul açıp yeni bavul
hazırlıyorum. Mutfakta radyom açık. Salonda televizyon bas bas...
Ne yapayım, zamandan tasarruf. Girip çıktıkça haberleri dinliyorum.
Üç iş birarada. 8 Mart haftası. Elimden gelse kulaklarımı
tıkayacağım...
Kan revan içinde sesler. Bıçaklanan, öldürülen, dövülen,
saçlarından yerlerde sürüklenen kadınlar. Kadın öyküleri.
Avaz avaz bağırasım geliyor.
Ben bu değilim! Ben bu kadın değilim! Türkiye Cumhuriyeti’nin
kadını bu değil!
Çok dövülüyorum... canıma kıyılıyor... Ne olur acı bana... Abicim
birazcık hak lütfet...
Yalvar yakar.
Diz döv. Morardı çoktan.
Acındır kendini. Beeelki verirler...
Elinde ayna.
Buralarda oyalan. Memlekette ne olup bitiyor. Umurun olmasın.
İkinci sınıf bile değil, beşinci sınıf!
Kim kimden ne istiyor?
Tam o sırada bir kadın radyoda diyor ki:
“Çözüm, kadınların karar verici yerlere gelmesi...”
Oh! Nihayet bir akıl sesi!
Ama ikinci cümlede pof sönüyorum.
-Hâkim olması, savcı olması...
Yani, yine dayak yiyeceğiz.
Yiyeceğiz de... cezasını verirken “hafifletici neden” kullanmamaya
“karar” verebileceğiz.
Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin kadınları, suyun başını tutmaya...