Yıllar önceydi. Sanki çok uzun gibi geliyor, ama değil. Arada
yoğun yaşayınca öyle oluyor. Ergenekon duruşmalarının sürdüğü
zamanlar. Daha ilk başları. Bazılarının “görüyor musun, bizi
dinliyorlar...” dediği zamanlar... Oysa işten eve gelmişim, yemek
hazırlıyorum, telefon kulağımla, omzumun arasında bir yandan ya
çorba karıştırıyorum ya sebze meyve yıkıyorum... hışırtı telefona
gidiyor tabii... Ya da “aman konuşmayayım beni de Silivri'ye
alırlar...” günleri.
Bazen komiklikler de oluyordu. 90 yaşındaki amcamın, dinlemesinler
diye beni kendi telefonundan değil de başkasından araması
gibi...
Sonradan “hiçbir şey olmaz” diye beni teselli edenler çoğaldı. Alırlarsa alsınlar kafa tutmaları! Hiç tanımadığım, rastgele bindiğim taksi şöförü bıraksam Doğu Perinçek'in yerine cezaevine girecek. Yol boyunca beni ikna etmeye çalıştı:
-Abla, sakın üzülme... Hiçbir şeyleri yok, çıkacaklar...
Yol boyunca ben de onu ikna etmeye çalıştım, bir daha, bir
daha...
-Üzülmüyorum, kardeşim... biliyorum çıkacaklar.
SIMSIKI SARILDIK
İşte o ilk başlardaki karanlık günlerde.
Minicik bir kadın.
Aydınlık. Pırıl pırıl.
Dev gibi.
Vatan Partisi'nin Bakırköy İlçesinin yemeğinde.
İlçe Başkanımız Serdar Üsküplü, dedi ki, seninle görüşmek
istiyor.
Yemeğin sonuna doğru oturduk. Dizdize karşılıklı.
“Bütün malvarlığımı bağışlamak istiyorum.”
Kolay ağlamam. Yutkundum. Sarıldık. Sımsıkı. Sessizce. Abla
kardeşten öte. Bir daha ayrılmadık. Yürüyüşlerde, toplantılarda,
kederde sevinçte...
Nedir Hatice Abla'nın özelliği diye sorsanız tek sözcükle
tanımlarım:
- Sessizce..