Hastane odasının kapısının üzerinde üç renk ışıklı lamba var.
Sarı, yeşil, kırmızı... Birden kırmızı şerit yanıp yanıp sönmeye
başladı. Soner Komutanımızın çok sevdiği eşi Sevgi Hanımla birlikte
kapının önünde el ele oturuyoruz. İçeride doktorlar var.
Giriyorlar, çıkıyorlar... Gözümüz lambada. Sonra sürekli kırmızı
yandı. Sevgi Hanım anladı, “şimdi güvenlik gelir” dedi. Neden?
Bağırıp çağırmayalım diyeymiş. Oysa Sevgi Hanım, Soner Komutana söz
vermiş. Ayak ucunda hep birlikte selam durduk. Öyle sessizce
beyazlar içinde uğurladık. Sanki hiç gitmeyecek gibiydi. İki yıl
hastalıkla da savaştı. O nasıl bir gayret ve kararlılık... Ama yine
sessizce. Tıpkı öteki görevlerini yaptığı gibi. Her ziyaretine
gittiğimizde diyordu ki, “Genel Başkanım, yeneceğiz...” Kalkacak,
bıraktığı yerden göreve devam edecekti.
MEHMETÇİK KARARLIĞI
Onu ilk Silivri’de mahkeme salonunda tanımıştım. Memo da
tutuklandığı zaman babasının yanına vermediler, başka bir cezaevine
koydular. Onun için görüş günleri de farklıydı. Görüşten çıkınca
Balyoz duruşmalarına girerdim. Bir keresinde Soner Polat’ın
ifadesine denk geldim. O zaman adını da bilmiyorum. Kim, diye
sordum. Görüntülü, yansıtmalı sakin sakin anlatıyor. Sanki bilimsel
sunum yapıyor. Elinde ışıklı sopası eksik. Tahrifat yapılmış,
üzerinde oynanmış belgeleri ayrıntılı anlatıyor. “Bakın şu
virgüle...” Dava orda sonlanmış olmalıydı. Hayranlıkla izledim.
Aslında silah arkadaşları tutuklanınca başlamışlar üzerinde
çalışmaya. Gece geç saatlere kadar evde masa başında saptanmış
yalanlar. Herkesin gözünü kaçırdığı, “selam verirsem yoksa beni de
alırlar mı” dediği zamanlarda, daha ertesi gün tutuklu silah
arkada...