Ölünün arkasından konuşulur mu?
Doğan'la ilişkimiz böyleydi. Yurdakul. Soyadı icabı.
Konuş derdi.
Gençliğimiz mi desem yoksa çocukluğumuzun sonları mı... Onlu yaşlardaydık. Bir ayağımız yirmilerde... Amerikancı 12 Mart darbesinin bütün hızıyla üzerimize estiği zamanlar. İlk önce Fransa'da tanıdım. Baskılara karşı gizli direniş. Kitaplar getirdim. Adlarını söylesem gülersiniz. Gümrükten geçerken yüreğim ağzıma geldi. Şimdi kitapçılarda binbir çeşidi satılıyor. Az da olsa emeğimiz var yani kitapların da “özgürleşmesinde”. Hiçbir hakkı öylesine armağan etmiyorlar insana. Söke söke. Bedeller, seve seve. Sonra Türkiye'de birlikte sürdürdük mücadeleyi. Kaygıları ve özlemleri paylaşmanın keyfiyle. Ne gülmüştüm. Uçan kuşun arandığı sıkıyönetim zamanı. Doğanların evindeyiz. Staj yapıyor. Sabah gidiyor. Biz bir odada sessiz oturuyoruz. Öğlen geldi ki mutfağın musluğu bozulmuş, her tarafı su basmış. Paçaları sıvadı. Kravatı çıkarmadı, tekrar gidecek. Hadi giriştik suları temizlemeye. O sırada ayağı kaydı düştü. Ayakları havada kravatlı bir bey. Görüntü çok komik. Hemen sordum. “Bir yerin acıdı mı?” Yok. Bastım kahkahayı... Yıllarca söylendi bana. “Düşene gülünür mü!”
Korkusuz ve mutluyduk.
Haklıydık. Vicdanlarımız rahat mı rahat...
Başaracaktık, biliyorduk.
Umutluyduk.
Birlikte yargılandık.
Umutlarımız dinmedi.
AH O BİRLİKTELİK YOK MU
Duruşmalarda yargıçlarımız deli olurdu. Birkaç kişinin dışında, birlikte hareket etmemiz morallerini bozardı. Ana davanın dışında habire ek davalar açarlardı. Bir keresinde hepimiz bu kez “söylemedik” dedik. O birkaç kişi birlikte hareket etmemek için “söyledik” dedi. Suç. Ama bizim hakkımızda dava açıldı. Esas suçu işlediğini kabul edenler hakkında değil.
Önemli olan o birlikteliği bozmak.