Sedat Bey: “Sıklıkla yaptığımız “Ya Rab, emanetini kabzetmek
zamanına kadar bizi emanette emin kıl” duâsından murad nedir?
Emanette emin kılınmak nasıl bir taleptir?”
BAŞKASININ MÜLKÜNÜ KULLANIYORUZ
Bu söz, nefis ve malımızı Cenâb-ı Hakk’a satmamız gerektiğini işleyen Altıncı Sözün sonunda yer alıyor.
Anlıyoruz ki: Öyle bir emanetler yumağına sarılmışız ki… Bize ait hiçbir şey yok! Ne’miz varsa miri malıdır; saltanat-ı ulûhiyete aittir. Ne’miz varsa, bizde emanettir; mülkiyeti Allah’ındır.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Senin vücudun ve âzâ ve cihazatın, senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek başkasının mülküdür.”1
Canımız, bedenimiz, malımız, mülkümüz, hayatımız, gençliğimiz, nefsimiz, benliğimiz, ruhumuz… Hayatımızı idame ettirdiğimiz rızıklarımız… Meselâ hava, su, güneş, ateş, toprak, rahmet cihetinden gönderilen ve toprak kapısından gelen her türlü rızıklar… Sevinçlerimiz, saadetlerimiz, sevdiklerimiz, maddî-manevî zenginliklerimiz… Bütün bunlar ve daha niceleri üzerimizdeki emanetlerdir. Değerini bilmemiz gereken…
Şükrünü eda etmemiz gereken, ama çoğu zaman edemediğimiz emanetler!
EMANETLER YUMAĞINDA NELER VAR?
Öncelikle, “bir kanun-u emrî”2 olan ruhumuz bizde Allah’ın bir emanetidir.
“Emânetin müteaddit vücûhundan bir ferdi, bir vechi olan ene”3 bizde Allah’ın bir emanetidir.
Esasen, ene’mizin ‘benim!’ dediği her şey Allah’ın üzerimizdeki sayısız emanetlerindendir.
Öyle emanetler ki, “Gök, zemin, dağ, tahammülünden”4 çekinmiş ve korkmuştur.
Maharet, emaneti aldığımız gibi, aldığımız günün safiyetinde, arılığında, duruluğunda, sadeliğinde, günahsızlığında, masumluğunda teslim etmektir. Öldüğümüzde elimizde kırıp döktüğümüz, dağıtıp tarumar ettiğimiz, hukukuna riayet göstermediğimiz, temellük ettiğimiz emanet bulunmamaktır.