Nurettin Bey: Sünuhatta geçen “Lazım-ı mezhep, mezhep değil; belki muahez değil.” Cümlesini ve konu ile irtibatını açar mısınız?”
MEDENİYETİN İYİLİKLERİ KUR’ÂN’IN MALIDIR
Bediüzzaman Hazretleri bu kısımda bir medeniyet algısı eleştirisi yapıyor. Bu öyle bir uğursuz algıdır ki, müstebit bir rejim haline getirilmiş ve ülkemizin doksan yılına mal olmuştur. Yüzyılımızın faciasıdır.
Bediüzzaman’ın sözü aynen şöyledir:
“Lâzım-ı mezhep, mezhep olmadığından, belki muahez değil. Bahusus iki cihetle kuvveti, hariç cereyanın müspet ve zaafına inzimam etse, harici kendine âlet-i lâyeş’ur edebilir.”1
“Lazım-ı Mezhep” kavramını iki yönden ele alacağız:
1-Hakiki mânâsıyla.
2-Mecazi mânâsıyla.
Hakiki mânâsıyla lazım-ı mezhep, bir mezhebin zorunlu olarak bağlı bulunduğu naslardır, ayet ve hadislerin açık hükümleridir, dinin içtihada konu olmayan muhkemâtıdır.
Mesela beş vakit namaz veya Ramazanda oruç tutmak dört mezhepte de farzdır. Bu emirler mezhebin içtihadı değil, dinin açık emirleridir. Bu farz emirlerle ilgili olarak mezhepler sorgulanmaz.
Bu nedenle lazım-ı mezhep olan, yani mezhepleri zorunlu olarak kendine bağlayan Kur’ân’ın açık hükümleri mezhep değildirler.
Bu cümleyi bu çerçevede anlamamız gerekirse, bir medeniyet yolu olarak Avrupa’cılıktan maksat, Kur’ân ile barışık olan bilgi ve hikmeti, fen ve tekniği almak murad ise eğer…
Bunda bir sakınca yoktur. Bu güzeldir.