Anayasa Mahkemesi'nin Şahin Alpay
ve Mehmet Altan ile ilgili verdiği karar hepimizin
malumu. Herkes, yerel mahkemenin bu karara uyup uymayacağını
tartışıyor.
Hukukçu olmadığım için bugüne kadar hukuki
kararlara pek girmedim. Ancak durum bu kez biraz farklı
görünüyor.
Meselenin “skandal” boyutuna geçmeden
önce, kendimize şu soruyu soralım istiyorum:
“Anayasa Mahkemesi'nin herhangi bir davada hak
ihlalini gerekçe göstererek tahliye kararı verme yetkisi var
mı?"
Yasa ve kanunlara göre bu sorunun cevabı belli…
Yok!
Anayasa Mahkemesi kanun ve iç tüzüğüne
göre ‘ihlal’ kararı verirken tahliyeye
hükmetmiyor. Zaten böyle bir yetkisi de görevi de
bulunmuyor.
Üç tutuklu gazeteci kararında ve daha önce verilen yüzlerce hak
ihlali kararında olduğu gibi Anayasa
Mahkemesi “hak ihlali” tespiti yaparsa
ancak şu kararları alabiliyor.
1- Maddi ve manevi tazminat ödenmesine
hükmediyor.
2- Dosyayı yerel mahkemeye
gönderip “Hak ihlalini ortadan
kaldırın” diyor.
3- Ya da yeniden yargılamaya karar
verilmesine hükmediyor.
Gelin bir örnek üzerinden meseleyi biraz daha açalım.
Diyelim ki herhangi bir cezaevinde işkence olayı yaşandı. İşkenceye
maruz kalan kişi "hak ihlali" talebiyle
Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Mahkeme burada nasıl bir karar
alabilir? Hak ihlalinin tespitine ve işkence gören kişiye
tazminat ödenmesine mi? Yoksa kişinin direkt olarak
tahliyesine mi?
Sanırım birincisi değil mi?
Sorun da burada zaten… Mahkeme alınan son kararda kişinin suçuna,
kaçıp kaçmayacağına ve delilleri karartıp karartmayacağına
bakmaksızın tahliyesine hükmediyor. Yüksek ihtimaldir ki bu kişiler
de tıpkı Can Dündar ve diğer firari FETÖ’cüler gibi yurt dışına
kaçacak. Peki Anayasa Mahkemesi ne yapıyor? “Ben
serbest bırakılmasına karar verdim ama sen kaçmasına izin
verme” diyor. Bir başka deyişle
tavşana “kaç”,
tazıya “tut” diyor.
Böyle bir komedi olabilir mi? Eğer bundan böyle Anayasa Mahkemesi
tahliye kararı alacaksa, o zaman yerel mahkemelere ve Yargıtay'a ne
gerek var? Kapatalım ve tüm yetkiyi AYM üyelerine verelim,
olsun bitsin!
Neyse...
Şimdi bu meseleyi geçelim
ve “skandal” bilgiyi verelim.
Konu günlerdir enine boyuna tartışılıyor ancak, üzerinde pek
durulmayan, ya da gözden kaçan bir konu var. O da şu: Anayasa
Mahkemesi, Şahin Alpay ve Mehmet Altan ile ilgili karar vermeden
önce çok ilginç bir çalışmaya imza atıyor.
Belki de bir ilk... Dava o kadar ehemmiyetle ele alınıyor
ki dosyaları incelemek için bir değil, iki raportör
görevlendiriliyor. Bir raportör “İhlal
var” diye rapor hazırlarken, diğer
raportör “İhlal yok” sonucuna
ulaşıyor. Mahkeme iki raporu aynı anda değerlendirip nihai
kararını açıklıyor.
Asıl ilginçlik bundan sonrasında...
Mahkeme'nin görevlendirdiği raportörlerden birinin adı Hüseyin
Turan. Turan, dosyaları inceledikten sonra, "Hak
ihlali var" sonucuna ulaşıyor.
Ancak ortada olan ve kimsenin görmediği, konuşmak istemediği bir
dosya daha var. O da raportörün bizzat kendisi hakkında hazırlanan
dosya...
Kafanızı daha fazla karıştırmadan kısa şekilde anlatayım en
iyisi...
Anayasa Mahkemesi'nin FETÖ davasıyla ilgili görevlendirdiği
raportör Hüseyin Turan hakkında çok önceden hazırlanan bir dosya
var.
Hem de FETÖ'den!..
"İhraç istemiyle" hazırlanan dosya
bundan birkaç ay önce HSK'ya gönderildi ve hâlâ işlem görmeyi
bekliyor.
Yani şu rezilliğe bakar mısınız Allah aşkına!