Siyasi hayatımızdaki temel eğilim ya da dip dalgası partilerin uçlardan merkeze, uzlaşmaz ideolojik tavırlardan müzakereci tavırlara yönelmesidir. Ak Parti’nin ‘merkez’ yönelişli ilk on senesindeki başarısı ile ideolojik ve kutuplaştırıcı son yıldaki başarısızlığı, tersinden bir ders etkisi yarattı. Artık daha çok kimse ılımlı ve rasyonel politikaların ne kadar gerekli olduğunu görüyor.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi ve “yönetebilir” olması, biri merkez sağ, diğeri merkez sol iki ana damarın güçlü olmasına bağlıdır. Bütün demokrasilerde böyledir. İtikadi ve kültürel değerleri, hayat tarzlarını özgürlük alanı olarak kabul eden, politikayı ise rasyonel verilerle yürüten ana akım partileri… Uzlaşmaları daha kolay olur üstelik.
CHP’nin, geçmişteki “devletçilik” siyasetiyle ilgisi olmayan, piyasa ekonomisini yansıtan “İkinci Yüzyıla Çağrı” açılımı böyle bir yöneliştir…
Kılıçdaroğlu’nun açış konuşmasındaki “ben” vurgusunun çokluğunu yadırgadığımı belirtmeliyim. “Tek adam rejimi bitsin mi? Evet bitsin. Ancak, yerine bir sistem, çalışan yeni bir sistem gelsin” sözünün ise altını...