DİYANET tarafından düzenlenen Olağanüstü Din Şûrası'nda hem Başkan Mehmet Görmez'in açış konuşması hem yayınlanan sonuç bildirisi TV ve gazetelerde yayınlandı. O yüzden burada özetleyecek değilim.
Gülen hareketinin “darbeci, hain, din istismarcısı, Truva atı, sahte mesih hareketi” olduğu ve “takiyyeci davanışlarının İslam’la alakasının olmadığı” ifade edildi.Doğrusu ben daha ‘derinlikli’ tahliller bekliyordum. Generalinden profesörüne bu hareketin bu kadar taraftar bulabilmesini sağlayan bir kültürel zemin var: Bağımsız düşünme ve davranma yerine birilerine bağlanarak düşünme ve davranma kültürü!
İslam’da bağımsız düşüncenin ve irade hürriyetinin vurgusu yapılsın isterdim fakat sanırım öncelikle kitlelerin uyarılması amaçlandığı için böyle konulara pek girilmedi.
Din kültürümüzdeki sorunlar açısından, sonuç bildirisinde işaret edilen bir paragrafa dikkat çekmek istiyorum.
OTORİTER ANLAYIŞ
Bildirinin 2. maddesi şöyle:
“Hiç kimse (kimseyi) kayıtsız şartsız kendisine bağlılığa çağıramaz. Mutlak itaat İslam’da Allah’adır. Bu çerçevede bir kimsenin özel seçilmiş ve yanılmaz olduğu iddiası kabul edilemez.”
Diğer bütün sorunların da temelinde bu var.
Dogmatik düşünce, din veya felsefe alanında “büyükler”e mutlak itaat demekti. Bütün ortaçağ Aristo ve Eflatun şerhleriyle geçmedi mi? Yahut medrese hep eski fetvaları tekrarlayıp durmadı mı?
Siyasette “mutlak hükümdarlık” dönemi bu bütünün bir parçasıydı; siyasi büyüklere mutlak itaat!
“Mutlak hükümdar” algısı fıkıh kitaplarında “emir, halife” gibi kavramlarla anlatıldı. “Biat” otoriter hatta totaliter bir çarpıtmaya uğradı.
Halbuki Hz. Ali Efendimiz, Üçüncü Halife Hz. Osman’a biat etmemişti, bu eleştirilecek bir şey de değildi. Sahabe Peygamber Efendimiz’e “Bu vahiy mi?” diye sorar, onun şahsi fikri ise kendi farklı görüşünü söylerdi, böyle konularda görüşerek karar verilirdi.
Mistisizm sahasında ise Peygamber’den hatta bazılarında Allah’tan rüya ve ilham yoluyla mesaj aldığı sanılan sahte Mesihler her çağda müritler bulmuş ve çok ilginçtir bunlar hep siyasileşmişti...
Ama Mevlânâ’nın, Yunus’un, Muhyiddin’in, Hallac’ın siyasi talepleri yoktu; siyaset onların yüceliği yanında bir hiçti.
YENİDEN DÜŞÜNMEK