BÜTÜN dünyada popülist, otoriter, aşırı sağ akımlar güçleniyor.
Komünizmin çökmesiyle 21. yüzyılın demokrasi, özgürlükler ve
piyasa ekonomisi çağı olması umulurken, Huntington’un “medeniyetler
çatışması” kâbusunu düşündüren alametler her yerde artıyor.
Demokrasi, özgürlük, hukuk kültürünün güçlü olduğu Batı
toplumlarında da böyle.
Foreign Affairs dergisi son sayısını bu fevkalade önemli soruna
ayırmış.
Fareed Zakaria’ya göre, Amerika’da dış kökenli Amerikan
vatandaşlarının oranı 1970 yılında sadece yüzde 5 iken, şimdi yüzde
14’e çıkmış.
Avrupa’da Avrupa dışı Avrupalıların nüfusu 77 milyonu bulmuş.
KİTLELERİN ÖFKESİ
Bu tablo “yerli” halkta tepki doğuruyor; yabancı karşıtı aşırı sağ
söylemlere destek artıyor. Aynı dergide Cas Mudle yazmış: Avrupa’da
16 ülkede göçmen karşıtı, İslamofobik ve otoriter partilerin
ortalama oy oranı beş yıl önce yüzde 6 iken, şimdilerde yüzde
16.5’e çıkmış!
Hele Macaristan’da yüzde 60 gibi müthiş bir oran!
Hepsi ırkçı eğilimli, İslamofobik ve otoriter popülist söylemlerle
kitle psikolojisini sömürerek oy topluyor.
Fareed Zakaria, Trump’ın, 14 Nisan günlü WSJ gazetesindeki
yazısından şu cümleyi popülist söylemin örneği olarak
alıntılıyor:
“Bu ülkede bütün temel konularda halk haklı, yönetici elit
yanlıştır.”
Göçmen dalgaları, heterojenleşme, dini ve milliyetçi duyguların
tahrik edilmesi gibi “kültürel” faktörlerin yanında teknoloji
kullanımındaki yaygınlaşmanın işsizliği artırması da kitlelerin bu
konulardaki “öfke”lerini körüklüyor.
21. YÜZYILIN SORUNSALI
Sorun sadece insani değerler değil, liberal demokratik değerler
bakımından da ciddi bir tehdit haline geliyor.
Göçmen düşmanı ve aşırı sağcı Macaristan Başbakanı Viktor Orban
tipik bir örnektir: Anayasa Mahkemesi’ne de musallat oldu.
Parlamento’da 2/3 çoğunluk sağlayarak anayasada değişiklik
yaptırdı, mahkemenin üye kompozisyonunu kendi lehine
değiştirdi.
Eski Macar Anayasa Mahkemesi Başkanı Andras Baka’nın AİHM nezdinde
verdiği şanlı hukuk mücadelesini daha önce yazmıştım. (4 Temmuz
2016)
Polonya’da da böyle.