Toplumda bir ölçüde dinden uzaklaşma hissediliyordu; deizm tartışmaları bunun bir dışavurumuydu.
KONDA’ya göre kendisini inançsız olarak tanımlayanların oranı 2008’de yüzde 1.4’ten ibaretti. KONDA’nın son araştırmasında bu oran yüzde 6’ya çıkmış.
Aynı araştırmaya göre kendi hayat tarzını “modern” olarak niteleyenlerin oranı 2012 yılında yüzde 27 iken, 2021’de 31’e çıkmış… “Dindar muhafazakâr” olarak niteleyenlerin oranı ise yüzde 27’den yüzde 24’e inmiş.
Max Weber’in gözlüğüyle bakarsak şehirleşme, eğitim ve piyasa ekonomisi toplumsal sekülerleşme yaratıyor, din inancı bireyselleşiyor... Ama ‘bize ait’ sorunlar da var ve önemli.
SİYASETİN ROLÜ?
Yirmi yıldır Türkiye’yi “dindar nesiller yetiştirme” iddiasındaki bir iktidar yönetiyor.
Necip Fazıl’ın bir felsefe değil, şairane bir hamasetle söylediği “dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...” hitabını okuyan Başbakan Erdoğan, buradaki “kin” kelimesini çıkarmaya bile gerek görmemişti.
Şair Necip Fazıl, merhum Erbakan hakkında, hatta merhum Mehmet Akif hakkında bile neler demişti!
Siyasetle ve kinle donatılmış bir din söylemi taraftarlarını motive etse bile, Peygamberimiz’in hadisindeki “korkutmayan müjdeleyen, zorlaştırmayan kolaylaştıran” sıcak bir mesaj değil, kutuplaştırıcı bir atmosfer yaratacağı bellidir.
Bu iktidar döneminde uluslararası şeffaflık indekslerinde “yolsuzluk algısı” tavan yaptı…
Yoksullaşmanın sebebi “nass” olabilir mi?
İşte insanlarda “din buysa…” tepkisi oluşuyor.
Fakat siyaset tek sebep değildir. Müslümanların ciddi bir ‘din algısı’ sorunu vardır…