Yıllardır esas çalışma saham Ortadoğu ve İslâm dünyası olunca, özellikle kriz dönemlerinde mesaim yoğunlaşıyor. Konferanslar, seminerler, özel istişare oturumları, kitap tahlil grupları, canlı yayınlar, röportajlar derken, günler gecelere karışıyor haliyle. Böyle dönemlerde, sıklıkla seyahat ettiğim birbirinden farklı şehirlerde çok farklı kesimlerden insanlarla görüşme imkânı buluyorum. Tüm bu görüşme ve yüzleşmelerde tespit ettiğim bir durum var: Bilhassa gençler, ümitsizlik ve kötümserlik ummanlarına savrulmaya çok meyyal. Ki bunun için de yeterli malzeme fazlasıyla mevcut. Şahsî hayat ve hedeflerdeki belirsizliklerden İslâm coğrafyasının içinde bulunduğu savrukluğa kadar, “nereye uzansak elimizde kalıyor” denebilecek bir manzara var. Çaresizlik ümitsizliğe dönüşüyor, ümitsizlik de bezgin bir eylemsizliği beraberinde getiriyor.
Genç arkadaşlarla sohbet ederken, birçoğunun “yanlış hedeflere” kilitlendiğini ya da yönlendirildiğini fark ediyorum. Somut bir tasvir yapacağım:
Yüzlerce genç bir salona doldurulmuş. Mikrofonda adeta “sahne şovu” yapar gibi hareketli ve hararetli sloganlar haykıran bir kanaat önderi. “Gençler!” diye bağırıyor, “Kudüs’ü kurtarmak için...