İsrail’in kurucu nesilleri, ağırlıklı olarak Doğu Avrupa kökenli Aşkenaz Yahudileriydi. Aşkenaziler çok dilli, seküler (hatta dinî inançlarının varlığı bile tartışmalı), Ortadoğu kültürüne tamamen yabancı, Araplarla bir arada yaşamaya kategorik olarak karşı ve düşünce dünyası olarak Batılı insanlardı. Bu yönlerden, 1492 sürgünüyle İspanya’dan göçüp Filistin topraklarına yerleşen ve asırlar içinde bölgeyle doğal bir uyum geliştiren Sefarad Yahudilerinden ayrılıyorlardı. Ortadoğu gibi dinlerin her şeyin temeline yerleştiği bir coğrafyada, Aşkenaziler “din-dışı” bir devleti sahada kabul ettiremeyeceklerinden, inanmadıkları bir tanrının inanmadıkları kitabına dayanmak durumunda kaldılar. İsrail, “din devleti ambalajlı bir kolonyal proje” olarak, böyle kuruldu.
1948’den itibaren, İsrail’deki dindar Yahudiler, kendilerini iki yönlü bir kıskacın içinde buldular. Devletin kurucularının ve nüfusları giderek çoğalan “İsrail vatandaşı” seküler Yahudilerin dine uzaklığının yarattığı siyasî baskı ile inandıkları dinin modern hayat karşısında giderek daha fazla mevzi kaybetmesinin doğurduğu manevî gerilimin arasına sıkıştılar. Bu noktada, yıllar içinde geri adım atmak zorunda kalan...