Baharatçı ve aktar dükkânlarının doldurduğu kalabalık çarşılardan geçerek, İsfahân’ın ara sokaklarında yürüyoruz. Nihayet önüne geldiğimiz küçük hazirenin kapısı kapalı. Kilidi açacak olan zatı telefonla arıyoruz. O gelinceye kadar, rotamızı İsfahân’ın en ihtişamlı eserlerinden cuma camiine çeviriyoruz. Birkaç dakika sonra, kendimizi Selçuklu mimarîsinin göz alıcı detaylarının hâlâ yıldız gibi parladığı devasa külliyenin içinde buluyoruz.
İsfahân Cuma Camii, ilk defa Abbâsî halifelerinden Mansûr döneminde –771 civarında– inşa edilen, sonraki yüzyıllarda yapılan ilavelerle sürekli genişleyen muhteşem bir eser. Bugünkü görünümünü 1050’de İsfahân’ı fetheden Büyük Selçuklular eliyle kazanan cami, İlhanlılardan Safevîlere, bölgeyi hâkimiyeti altına alan her medeniyet ve devletten izler taşıyor. Caminin abidevî eyvanlarını, sütunlu yan galerilerini, Selçukluların muktedir veziri Nizâmülmük’e atfedilen kubbeyi ve çevresini adımlarken, tarihe odaklanmamı engelleyen tek şey, ana avluya bakan eyvanlardan birine yerleştirilen Humeynî ve Hamaney posterleri oldu. Tarihî bir esere yönelik bu hoyrat muamele, aynı zamanda İsfahân’ın Selçuklu mazisine kastî bir tasallut gibi göründü...