“Büyük devletler, geniş teşkilatlı imparatorluğumuzu inşa edecek ne zaman bıraktılar, ne de sükûnet! Bize de hiç olmazsa on senelik bir sulh tanınsa Japonların (Meiji devriminin başlangıcından beri) o kadar methedilen terakkîlerini biz de yapabilirdik. Onlar Avrupalıların pençelerinden uzak olduklarından, bize nazaran bahtiyardırlar, emniyet içinde yaşamaktadırlar. Maalesef biz, tam Avrupalı sırtlanların geçiş yerine çadırımızı kurmuşuz.”
Sultan II. Abdülhamid, 33 yıllık uzun saltanatının özeti mahiyetindeki bu cümleleri sarf ederken, aslında Türkiye’nin kaderine dair en esaslı tespitlerden birini de tarihin kayıtlarına geçiriyordu. Avrupalı sırtlanların geçiş yeri… Herhalde içeride ve dışarıda yaşanan onca şeyin, atlatılan badirelerin ve çekilen sıkıntıların hepsini toplasak, sebep hanesine bu ibareyi yazmak yeterli olurdu. Yüz küsur sene önce geçerli olan ölçüler, bugün de -belki hatta daha fazla biçimde- geçerli ve gündemimizde.
Türkiye’nin neyi temsil ettiğini, bölgemizde ve İslâm dünyası içinde nerede durduğunu, dışarıdan bakanların bizde ne gördüğünü kavramak, geleceğe en sıkı biçimde hazırlanmanın da başlangıç noktasını oluşturuyor. Bunu anlamayan...