Deli/dahi arasında gidip gelen
Friedrich Nietzsche'nin
"Bugün artık kimse ölümcül hakikatlerden ölmüyor; çok fazla
panzehir var." sözleri beyninin dahi tarafına ait
olmalı.
Anahtar kelime, 'ölümcül hakikat...'
Felsefe bazen hakikatleri kelimelerin kılıcıyla parça parça etse
de, hayatın ölümcül hakikatleri hepimizi bir şekilde kuşatıyor.
Kuşatmanın ötesinde boğazımızı sıkıyor.
İnsanın mutlu olma çabasına hayatın tuhaf bir itirazı var.
Tuhaf ve sessiz...
Sürekli satır arasına gizlenen, köşe kapmaca oynayan bir hayat var
karşımızda.
Şeytan ya da şeytanlaşmış insanların daha bol oksijen aldığı bir
matrix gibi...
Hayatın sürekli toksin ütetmesine alışan. Toksini içine çekerek
mutluluk arayan bir canlı türüne dönüştük.
Alıp başımızı gidecegimiz bir yer de yok.
Mekanların da eski rahatlatıcı enerjisi kalmadı.
Gidecegimiz yere kendimizi de götürdüğümüzü gittigimiz her yer
biliyor. 'İnsanın aklı çoğaldıkça can sıkıntısı
artar. ' dese de Dostoyevski... Ben yine de
"Sıkıntınızın sırrı sızın elinizde değil, başkalarının
elindedir." diyen Balzac'a kulak kabartmayı tercih
ederim.
Fakat...
Aniden Dostoyevski
'Can sıkıntısı acılarımızı arttırmaktan başka ne işe
yarıyor ki? Kadere küsmenin hiçbir faydası yok.' sözlerini
hatırlayınca küçük bir kapı aralanıyor sanki...
Tabi sadece ışığın sızacağı kadar kapı aralığına 'aman içeri
girmesinler' diye onlarca insan dayanmadıysa...
Velhasıl...
Balıkların gözyaşının denizde belli olmadığını anlayanlar
hayat...