Uzaktan, özellikle İstanbul'dan bakanlar için
Ankara kasvetli, puslu, protokole boğulmuş soğuk
bir başkenttir.
İstanbul'da yaşayanlar, sanki İstanbul'un denizini bardak bardak
içiyormuş, sanki her gün Boğaz’da kulaç atıyormuş gibi
"Denizi yeter! İstanbul başka bir şey kardeşim ya!
" diye, Ankara'yı kıskandıklarını
ustalıkla gizlerler.
Oysa, Atatürk sonsuz istirahatini Ankara'da yapar.
İstanbul'un en büyük mülki amiri Vali iken, Ankara da 'vali'ye
hafiften bir selam verilip geçilir.
Çünkü...
İstanbul valisinin amiri dâhil devlet, tüm organlarıyla zaten
Ankara'dadır.
Kızılay'a inince, sağından bakan, solundan cumhurbaşkanı geçer!
İstanbul'da trafik Pekin, Mumbai gibi karışıkken, Ankara'da su gibi
akar.
İstanbul'da adres sormak için Türk bulamazsın, Angaralı
seni evinin önüne katar getirir.
Ankara'da taksiye binmek için bir kaş-göz işareti, hafiften elleri
yukarıya kaldırmak yeterliyken.
İstanbul'da binecek taksi bulunca, annesini arayıp "Anam. Garip
anam, taksi buldum!" diye sevinç gözyaşları döken çok İstanbullu
gördüm.
Hadi küçük bir itirafta bulunayım, mahzun İstanbullu da
sevinsin.
İstanbul'un denizi güzel, boğazı muhteşemdir.
Biz Angaralılar İstanbul'u severiz!
Bu kadar Boğaz havası yeter.
Boğaz'dan başlayıp, Ankara'daki TBMM'de biten gün yüzü görmemiş
havadisi öğrenmeye hazır mısınız?
Buyurun...
Sanıldığının aksine Ankara'nın siyasi havasına her zaman gri rengin
hâkim olmadığını, bazen kapalı kapılar arkasında yaşanan olayların
fıkraları aratmayacağını...
Anlatacağım olayla, Ankara'nın bu özelliğini bilmeyenler de
öğrenecektir diye düşünüyorum.
Sezgin Tanrıkulu'nu bileniniz çoktur.
CHP İstanbul Milletvekilidir.
Hukukçu ve kendisini 'İnsan Hakları Aktivisti' olarak tanımlar.
Hafif peltek peltek konuşur.
CHP'lidir ama HDP'ye daha yakın bir siyaset çizgisi izler.
İşte o Tanrıkulu, CHP'nin bir etkinliği için Ankara'dan İstanbul'a
gider.
Toplantıda laf lafı açar, vakit hızla ilerler. On dakika konuşması
gereken konuşmacılar bir saat mikrofonu bırakmayınca, uçak saatinin
yaklaştığını bilen Tanrıkulu saatine göz atınca, gözlerine
inanamaz.
Uçağı kalkmak üzeredir ve Ankara'da CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu
ile önemli randevusuna yetişmek zorundadır.
Yerinden zıplayarak dışarı çıkar. Başdanışmanı Durdağı Yıldırım’ı
arar.
Aralarındaki diyalog şöyle gelişir:
- Alo, Durdağı uçağım kaçacak.
+ Hızlı git bence vekilim!
- Ne hızlısı Durdağı. Yoldayım zaten ama yetişmem mümkün değil.
Ne yapsak?
+ Vekilim, o iş bende!
- Ne yapacaksın?
+ Vekilim sen rahat rahat git. Ben kuleden, pilottan
hallediyorum.
- Ne kulesi, ne pilotu? Ciddi misin?
+ Evet, evet. O iş tamamdır.
Başdanışmanı olduğu Tanrıkulu'nun telefonunu kapatan Yıldırım,
THY'nin yetkililerini arar.
Üçüncü denemesinde ulaştığı bir THY yetkilisine durumu anlatır ama
yanıt olumsuzdur.
Uçağın motoru çalışmış, tekerlekleri hareket etmiştir.
O sırada Tanrıkulu yeniden danışmanını arayarak
"Olmayacaksa, bir sonraki uçağa bilet al Durdağı. Burada
çakılı kaldım." der.
Başdanışmanın yanıtı yine nettir;
"O iş bende. Şimdi hallediyorum!"
Uçağın pistin yarısına geldiğini öğrenen, TBMM Danışmanlar Derneği
Genel Sekreterliği görevini de yürüten Durdağı Yıldırım o panikle
"Acil durum!" diye kuledeki yetkiliyi telefona
ister.
Acil durum ifadesi geçince, kule yetkilileri "Acaba bomba ihbarı mı
var" diye heyecanla telefona yanıt verirler.
Tanrıkulu'nun danışmanı "Uçağı acilen durdurmamız
gerekiyor!" deyince, kule yetkilisi heyecanla
"Hareket etti, havalanmak üzere. Ne oldu. Neden? "
diye sorar.
Yıldırım'ın cevabı kule yetkilisini çileden çıkartır;
"Vekilim bekliyor, uçağı kaçırdı. Mutlaka binmesi
gerekiyor!"
Kulenin yanıtı sert olur!