Gerçekten söylediği rakamın sadece 1 eksiğiyle seçilir.
O tek oyda yanılma sebebi, 1 delegenin hastalandığı için
gelememesidir.
Demirel’i büyük yapan işte bu “siyaset matematiğine
hâkimiyeti” oldu.
Demirel'deki bu yetenek Cumhurbaşkanı Erdoğan'da var.(dı)
Belki hala var ama 7-8 senedir kendisine bilinçli olarak tahsis
edilen konforlu alandan çık(a)madığı için her seçimde
geriliyor.
İktidar, toplamda yüzde 15 oy kaybetti.
Hatta daha fazlasını...
Kaybettiği yüzde 15, İyi Parti ile Yeniden Refah'ın toplamından
daha fazla...
Seçmen, siyasi tarihimizde büyük izler bırakan Erdoğan ve
arkadaşlarına oy verme anlamında büyük kredi açtı.
Açtığı krediyi sıfırlamamak için seçimlerde üst üste ikaz atışları
yaptı.
İstese, göğsüne ateş edip yıkabilirdi.
Kıyamadı.
Seçmenin kendisine kıyamamasını, saplantılı bağlılık olarak
algılamakta ısrar eden iktidara seçmen, son yerel seçimde "sensiz
de yaşarım" diyerek son ikaz atışını yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın neden kaybettiklerine yönelik basına
sızdırılan öz eleştirisi doğru tespitler içeriyordu ama realize
edileceği konusunda o kadar emin değilim.
Çünkü...
İktidarın nüfuz ettiği her yerde yorgun, fazlasıyla doymuş,
kendisini iktidar sonrasına hazırlayan ve risk almadan yürüme
refleksini içselleştirmiş kadrolar var.
Dava denilen olgu sadece bir sanal metafor bunlar için.
Erdoğan'ı konforlu alana profesyonelce hapsedenler, o
konforlu alandan çıkmaması için bundan sonra da gereğini
yapacaklardır.
Erdoğan sahaya inmezse, tünelin sonunun karanlık olduğunu bilecek
tecrübede bir siyasetçi.
Hatta belki de yaşayan en tecrübeli liderlerden ama pratiğe
geçirilemeyen hiç bir doğru, doğru olarak kabul edilemez.
Cumhuriyetin 5/1'inden fazlasını yönetmiş bir partinin refleksleri
bu kadar hantal olmamalıydı.
Ortada aslında bir parti olmayınca, sadece bir Erdoğan fenomeni
olunca gerçek ile hayal arasında sadece zar kalınlığında bir aralık
kalıyor haliyle.
Mansur Yavaş'ın çözdüğü sırrı liderinden dolayı bu
kadar güçlü öyküyle donatılmış bir partinin çözememesi, zaten
partinin kurumsal ol(a)mamasından kaynaklanıyor.
Millet, elbette yapılan yollar-köprüler- barajlarla gurur duyar ama
onları seyrettikten, gezdikten sonra buluşacağı yer evdeki
tenceresidir.
Yavaş, Ankara'ya kalıcı büyük eserler yapmadı ya da yapamadı ama
günlük yaşamını sürdüremeyecek bir kitlenin can simidi oldu.
Sırrı buydu.
Bir de parmak sallamadı!
Sözün özü...
Erdoğan sahaya inmez, kontrolü tam anlamıyla eline almaz, işi
ehline vermez, gelirdeki sosyal adaleti düzenlemezse ilk seçimde
yenilmesi fizik kuralı kadar kesindir.
Palyatif üç beş kişiyi değiştirme meselesini çoktan aşan ağır bir
sıkıntı ile karşı karşıya Erdoğan...
Herkes ceketini alır gider olan Erdoğan'a olur.
Parti aynı zamanda misyonunu da güncellemeli.
Mesela Anap'ın 2024 model versiyonu iktidar için bir çıkış noktası
olabilir.
Fakat...
İktidar güç unsurlarının çoğunun kendi mevziisini korumaya
çalışacağından ve Erdoğan'ı manipüle etmeye çalışacağından zerre
kadar da şüphem yok!
İktidar unsurlarının bazılarındaki kibir, kovulan şeytanda bile
yok!
İşe tövbe ile başlamalarını öneririm!
DEVLETİN ASİ YENİÇERİLERİ!
Madem yazıya Demirel'den atıfla başladık. Öyle de devam
edelim.
Demirel, 12 Eylül ihtilalini ilk önce bir gazeteciden duyar.
Ordunun, Tuzla’daki askeri birliklerinin İstanbul’a doğru intikal
halinde oldukları bilgisi gelir kendisine.
Demirel “Olabilir, ama burada yaprak kımıldamıyor”
gibi tuhaf, tecrübesi ile mütenasip olmayan bir yanıt verir.
Ve darbe olduğunu anlayınca diplomatik, askeri de rahatsız
etmeyecek sözler söyler muhatabına.
Telefonlarının dinlendiğini bilir!
“Türkiye’nin bir tane ordusu var. Başka yok. Ne yaparlarsa
yapsınlar, yanlış da yapsalar gözümüz gibidir...”
Hatırlarsanız Cumhurbaşkanı Erdoğan'da 15 Temmuz darbe kalkışmasını
devletten değil, bir yakınından öğrenmişti.
8 aydır etkili bir damarın Türkiye'yi önce yönetilemez hale
getirip, sonra demokrasiyi akamete uğratma potansiyelinden
bahsediyorum.
Nisan- Mayıs ve Haziran aylarına özellikle dikkat çekerek...
Kimin söylediğini şimdi hatırlayamadığım "gücüm, kimsenin
gücümü bilmemesidir" sözünden feyz alan devletin asi
yeniçerileri fırsat kolluyor.
Devletin ilgili birimleri muhakkak bir şekilde ilgilidir ama ya
çözmesi gerekenlerin bir bölümü de işin içindeyse!
Tıpkı 15 Temmuz gibi...
Bürokrasi, bazı gazeteciler ve iş adamlarının da içinde bulunduğu
karanlık bir enerjinin güç kazandığını görüyorum!
İKTİDAR KİMİNLE ÇARPIŞIYOR?
Hayır, yerel seçim yenilgisinden bahsetmiyorum. Önceki gün önce
İstanbul’da sonra Konya’da ve diğer yerlerde peş peşe patlak veren
Filistin’e destek İsrail’e lanet mitinglerinden bahsediyorum.
Şaşırtıcı, değil mi? Daha düne kadar AK Parti’nin
yelkenlerini dolduran bu konu bugün AK Parti’ye karşı en önemli
silah haline geldi.
Hem de öyle bir silah ki; kendisini nasıl savunacağını henüz
çözemedi.
İstanbul’da İsrail’i lanetleyen başörtülü kadınlar, muhafazakar
erkekler, yani AK Parti’nin kemik kitlesinin tarifi olan kitle
İsrail’i Filistin’deki mezalimini kınarken İsrail’in yanına İsrail
ile ticareti kesmeyen AK Parti iktidarını da koydu ve lanetlerinden
ona da pay çıkardı.
Emniyet güçlerinin orantısız müdahalesi başörtülülere yapılan polis
şiddeti olayı bir anda büyüttü ve ateş anında Konya’ya sıçradı.
Düşünün… Filistin İsrail, başörtülüler,