Cem Adrian sıkı beddua etmiş O Ses Türkiye jürisine… “Eleştiri” diye yansıdı basına ama düpedüz beddua.
Baksanıza:
“Şu fani dünyada insanların umutlarını sömürüp gözyaşlarıyla beslendiğinizreytinglerden kazandığınız her maddi şeyin hesabını ödemenizi diliyorum. Budünyada.”
Tepki, muhatapları tarafından dikkate alınmış. Murat Boz, bir yarışmacı performansının ardından yaptığı yorumda “geçerken” araya sıkıştırmış, “Böylekaliteli sesler O Ses Türkiye sayesinde izleyiciyle buluşuyor” diye… Acun ise tatlı tatlı, kendisini de sterilize ederek “Benim katkım yok bu işte, jürinin payı büyük amaesas her şeyi yarışmacılara borçluyuz” diye gelmiş.
Hâliyle çok tecrübe kazandılar. Cem Adrian’ın ciddiyetine gayet usta bir esneklikle eğlencenin de tam orta yerinden ve tepkideki ağırlığı “hafifleterek” karşılık vermişler.
Cem alınmasın ama ciddiyet, daha uygun deyişle “doğrudan ciddiyet”, bu olup bitene yaklaşırken en uzak durulması gereken pozisyon…
Teslim etmeliyim, vaktiyle biz de böylesi bir pozisyondan yol tutmuştuk. Türkiye’de bu türden realite-şov/yarışmaların şafağının söktüğü 2000’lerin başında Milliyet bünyesinde çıkardığımız “Popüler Kültür” eki ile.
1990’larda özel televizyonların hayatımıza girmesiyle önü açılan ama “su tutması” 2000’lerden itibaren gerçekleşen “Meşhuriyet Çağı Türkiyesi”ne aslında eğlenceli de olan bir ciddiyetle, kritikanalitik gözle yaklaşan bir yayındı bu. Tertemiz bir emek birikimi olarak kişisel tarihimizde yerini aldı, bizi bugünlere getirdi ve işte bu köşelere taşıdı.
Ama medyatik kamuoyumuza yaptığı en önemli katkı, en kalıcı etkisi ne oldu dersiniz?..
“Magazin” sözcüğü yerine giderek yaygın şekilde “popüler kültür” sözcüğünün kullanılır hale gelmesi!..
Bu bile karşı karşıya olunan “eşya”nın tabiatına, dolayısıyla onun ne ölçüde ve tarzda ciddiye alınabileceğine dair bir göstergedir.
“Cesur Yeni Dünya” yazarı Aldoux Huxley’in, Orwell’in “1984” romanındaki insanı ezen bürokratik-totaliter bir gelecek kehanetine galebe çalan kendi kehanetine ilişkin dillendirdiği üzere, insanların eğlence açlığı sonsuzdur ve hazza boğularak denetlenmek, nihayetinde acı veren değil, hoşa giden bir şey…
Bu çerçevede Cem Adrian’ın ihmal ettiği nokta şu: O, jüriye vuruyor ve diyor ki: “O koltuklarda utanmazca oturup müziğe âşık ruhlara umut ve ışık saçıyorsunuz. Sonra o güzel insanlar ışığa uçan kelebekler gibi sizden medet umuyorlar. Siz onlarısadece yarıştırıp, karşı karşıya getirip, tüm sevdikleri önünde kaybettirip, incitip bununla para kazanıyorsunuz.”
En sondaki para kazanma hususu doğru da, öncesinde söylediklerinden kuşkularım var. “Ahali”yi çok idealize ediyor.
Bu işler ilk başladığında bile öyle değildi hâlbuki.