AKP Düzce Milletvekili ve TBMM Aile Bütünlüğünün Korunması Araştırma Komisyonu Başkanı Ayşe Keşir, televizyonlarda çatışma üzerine kurulu bir reyting-reklam döngüsü olduğunu ve bunun şiddeti artırdığını söylemiş. Dahası, en çok şikâyet edilen yapımların en çok reyting alan programlar olduğunun altını çizerek şöyle bir saptamada bulunmuş:
“Reklam verenler reklam verdikleri programların marka değerlerini düşünüyor. Vatandaşın bu kadar şikâyet ettiği, sosyal öğrenmeyle topluma bu kadar zarar verdiğini söylediğimiz yapımların, üzerine para verip yaptıranlar aslında onlar.”
Demek ki (eğer yanlış anlamıyorsak) reklam verenleri sorumlu tutuyor tüm bu sorundan… Üstelik işi "sistem analizi"ne de vardırarak:
“Kapitalizmle gelen kısır bir reyting-reklam döngüsü var. Mesela dizide, haberde, yarışmada çatışma varsa reyting alır. Burada şiddete varan çatışmalardan bahsediyoruz. Reyting üzerine gelen bir reklam var.”
Hâlbuki bana sorarsanız sayın milletvekilinin sözlerinde “içkin” olan, ama kendisi tarafından dışa vurulmuyor görünen esas sebep şu: Bizim millet, “ideal”de vurdulu-kırdılı, itişip-kakışmalı, bol atışmalı, şiddet-çağrılı ve “kadın-ezmeli” yapım, kurgu, hikâyelerden bol bol şikâyet ediyor; ama “pratik”te de bunları bayıla bayıla seyrediyor.
Yine kanımca Keşir, televizyonlardaki reyting-reklam döngüsünün toplumda şiddeti körüklediğini ileri sürerek de denklemi doğru kurmuyor. Reyting-reklam döngüsünden şiddete giden bir yoldan ziyade, toplumdaki şiddetten, şiddet kültüründen televizyonlardaki reyting-reklam döngüsüne giden bir yol var.
Bugün televizyonlarda çatışma ve şiddete resmi olarak dur demeye kalkarsanız da olacak iki şey şudur: Bir, şiddet ve çatışma tüm hızıyla evde, okulda, sokakta, dağda, bayırda, ovada devam edecek.