31 Ekim 2016 Pazartesi sabahı okula, derse, öğrencilere gitmek
üzere ailecek telaş içinde hazırlanırken sanırım 7-7.30 arası
eşimin telefonu çaldı. Arayan yakın bir arkadaşıydı ve telefonun
öbür ucundan gelen sorulara eşimin verdiği heyecanlı karşılıklara
kulak misafiri oluyordum. Birden kocaman bir “NEE” ünlemesiyle
sarsıldım. Belli ki kötü, belki “ölümlü” bir haberdi! Ardından onun
“Ne diyorsun yaa!” diye devam eden tepkisiyle birlikte, bir
kulağında telefon bana dönerek “Cumhuriyet’e operasyon
yapıyorlarmış” sözüyle dondum kaldım.
Hemen televizyona ve telefonlara daldık. Ekranda gözaltına alınan
arkadaşlarımı izliyor, bir yandan da gazeteden birilerine telefonla
ulaşmaya çalışıyordum.
Tabii bunları yaparken kulağımız da endişe içinde kapıdaydı!..
Eşim, kızım ve ben, korkunç bir kilitlenme içine girdik o sabah. Ne
yapacağımızı düşünemiyor, ne olacağımızı bekliyorduk sadece.
Bir yandan da ders saati yaklaşıyordu!..
Nihayet gazeteden Bülent’e
(Özdoğan) ulaşabildim, o, gazeteye doğru yola
çıkmışken... Televizyonda aktarılanlardan hareketle Vakıf Yönetim
Kurulu’na yönelik bir operasyon mu gibisinden bir şeyler sordum
ona... “Yok Hocam, teröre yardımla suçluyorlar bizi” dedi.
“Hangi teröre Bülent” dediğimde de “Muhtelif, Hocam” diye cevap
aldım.
Evet, “muhtelif”ti: FETÖ, PKK, DHKP-C, hepsini kafamızdan aşağı
boca etmişlerdi. Haber, bilgi, analiz; yani dürüst, bağımsız,
demokratik gazetecilik adına yaptığımız her şey, “teröre yardım”
diye, hukukun yüzünü karartacak bir iddianame içinde önümüze
sürülmüştü.
Arkadaşlarımızı topladılar, götürdüler.