Türkiye Gezi’den beri kendisini içinde bulduğu girdaptan 30 yıl
sürmüş kanlı bir iç savaşın yaralarını sarma yolunda da çok önemli
bir kazanım elde ederek çıktı.
“Gezi”yi kan gölüne çeviren şer güçlerin belki de hiç
öngöremeyecekleri bir gelişme olarak değerlendirmek mümkün bunu.
Gerçekten, her şerde bir hayır varmış!..
Gezi’den bu yana siyaset Türkiye’de bir kimlikler (kültürler)
savaşına dönüştü. Bunun vebali, “Erdoğan AKP’si”nin
boynunadır.
Türkiye’ye yeni bir yaşam kisvesi biçtiler. Biçtikleri kisve,
Türkiye’nin “en azından” yarıya yakın insanı için kefen
demekti.
Türkiye’de askeri bürokratik vesayetin ileriye (demokrasiye) doğru
sorgulama ve eleştirilerini kullanıp o vesayeti “geriye
(diktatörlüğe/totaliteryanizme) doğru tasfiye etmeye
giriştiler.
Önceki on yılların bürokratik laikçiliğinin bedelini gelecek on
yılların gencecik laik kuşaklarına, çocuklarımıza ödetmeye
çalıştılar.
Ama Türkiye’de Cumhuriyet deneyiminin sadece devletçi laikliği
değil, onun ötesinde bir “çoğul toplum
laikliği” yarattığını es geçtiler.
Askeri vesayetin öcünü sivil toplumdan almaya
yeltendiler.
Bu yolda ürettikleri dinbaz ve
gaddar “yeni-Türkiye”lerine
laikliği “devlet sopası”değil toplumsal barış
için mutabakat normu kılmaya
azimli “yeni-Cumhuriyet”in çocukları
diklendi. Onları öldürüp gözlerini kör ettiler.
Nihayet aynı “çoğul toplum laikliği”nin bir parçası-paydaşı olan
Kürt hareketi, Türkiye’nin aynı hayata özlem duyan diğer parçası
ile kanlı olmaktan kardeş olmaya doğru ikna edici olmaya
başladığında darbeyi bu defa sağlam aldılar.
Gezi sarsıcıydı; ama kan kusturdular.