Dilek Doğan’ın DHKP-C üyeliğinden aranan bir
şahıs gerekçe gösterilerek evine giren polislerden birinin
silahından çıkan kurşunla annesi, babası ve ağabeyinin gözleri
önünde öldürülüşünü hepiniz gibi ben de tahammül sınırlarımı
alabildiğine zorlayarak izledim.
Ancak, annenin insanın içini dağlayan çığlıkları, babanın şok
içinde paralize oluşu, ağabeyin de çıldırışı karşısında hissettiğim
derin acıya eşlik eden bir izlenim daha vardı.
***
Mesleki anlamda bu kadar harcıâlem ve profesyonellikten uzak,
elindeki silahı sanki çatpat bir mantar tabancasıymışçasına tutan,
ailenin infiali karşısında sarsakça sağa-sola seğirten, öfkeyle
üzerlerine fırlatılan eşyaları ise kıvrak ve çevik hamlelerle
savuşturan polislerin haliyle de ülkenin bir yurttaşı olarak hicap
duydum.
İktidar sözcüleri zaman zaman “Türkiye bir kabile
devleti değil” diye esip gürler biliyorsunuz, ama o evdeki
manzara ne yazık ki bir kabile devleti manzarasıdır.
Böyle polis, ancak kabile devletinde olur.
***
Hiç kuşkusuz Dilek ve ailesine evlerinin içinde “terörist”
muamelesi yapılmıştır.
Karşımızda vatandaşını doğrudan doğruya terörist veya potansiyel
terörist sayan bir güvenlik aygıtı var.
Ve ülkenin Güneydoğu’sunda Şırnak’ta, Cizre’de, Diyarbakır’da,
Mardin’de estirilen korkunç havanın artık memleketin her yerine
yaygınlaştırılacağının alâmetleridir bunlar.