Postmodern zamanların Batı’da olduğu kadar Batı-dışı dünyalarda
da en çarpıcı karakteristiklerinden biri, “dine dönüş”ün önünün
açılmış olmasıdır.
Batı’nın “bireycilik/bireyselleşme” yorgunu, yalnız, yabancılaşmış,
kendi içinde kaybolmuş “modern” insanına “yeni-muhafazakârlık”,
“yeni-cemaatçilik”, “yenigelenekçilik” gibi telkinlerde bulunan
postmodern söylem, dinselliğe de itici güç oluşturdu.
Bu elbette Batı-dışı dünyalarda da yankı bulmuştur.
Ancak “postmodern dinedönüş” çığırında Batı’dan Doğu’ya, daha
spesifik olarak İslamî dünyaya, bir kritik fark da kendini
gösterir.
Batı’da modernliğe dinî tepkilerin yine de “modern” bir yapıya
sahip olduğu fark edilir.
Evet, iktisadi kalkınma, teknolojik gelişme, maddi refah
hedefleriyle “cenneti yeryüzüne indirme” vaadinde bulunan
modern-kapitalist uygarlık, bir dolu manevi, moral, psiko-kültürel
sorun üreterek insanların dinî arayışlara yönelmesine yol
açmıştır.
Ama bu arayışa giren insan, “eski”, modern-öncesi,
kırsal-geleneksel (feodal) yaşam içinde mayalanmış insan da
değildir. Ortada (istense de istenmese de) “modern” bir kültürel
bağlamdan; laik, endüstriyel, şehirli, kozmopolit, küresel,
sibernetik hayatın içinden çıkan bir insan vardır.
Dolayısıyla Batı’da, özellikle “Yeni Dini Hareketler” başlığı
altında salkımlanmış oluşumlarla karşımıza çıkan bu “postmodern”
dinsellik, moderniteye onun içinden ve onu dikkate alarak
şekillenmiş bir tepkidir.
Bizde küresel dünyayla sarmaş-dolaş ve elbette sorunlarla yüklü
seyreden hayat akışına din vesile edilerek gösterilen “siyasi”
tepkiler ise sanki bu topraklarda yaklaşık 200 yıllık modernleşme
sürecinde hiçbir şey değişmemişçesine hareket etmekte.
Doğrudur, modernlik, dini “hiçbir şey” sayma cihetine
gitmiştir.
Ama postmodernizm de dine iadeiitibar...