Cumhuriyet Pa7ar, sessiz sedasız çıktığı yola her geçen gün daha
fazla ses getirerek devam ediyor. Onu var etme mutluluğumuz,
coşkumuz, heyecanımız, şevkimiz ve şehvetimiz de arttıkça artıyor.
Elbette dijital bir çağ yangınında “kâğıt kokusu”na çağrımızı
karşılıksız bırakmayan okurlarımıza şükran borcumuz da
artıyor!..
Üç ayı devirdik, ardı arkası kesilmez geribildirimler, yaptığımız
işe inancımızı ve aşkımızı katladıkça katladı. Ve bunlar arasında
biri, içeriğindeki içtenlik ve edebi tat, hüzünle de sarmalandığı
için beni öyle derinden etkileyip sarstı ki sizlerle paylaşmadan
duramayacağım!..
Her gün posta kutumuza yağan, hepsi değerli, hepsi düşündürücü,
hepsi iç yakıcı hapishane mektuplarından biri bu... Keşke tümüne
yanıt verebilsek, sesleri duyurabilsek ama yapamıyoruz. En azından
bu eksikliği de bir parça telafi edeceği umuduyla ismi bende saklı
tutuklu okurumun göz ardı edilemez değerlendirmesini kendisine
teşekkürlerimle ilginize sunuyorum!..
*** “Ömer Seyfeddin savaş
şartlarında tutsak kaldığı sırada şartların hiç elvermemesine
rağmen cebinden defterini çıkarır ve günlük tutarmış. İnsan bunu
neden yapar? Kral Midas hikâyesinde olduğu gibi; konuşacak
birisinin olmayışı ölüme benzermiş. İnsan, doğası gereği yazmak,
anlatmak ve dertleşmek zorundadır belki de. 25 kişilik koğuşta
konuşacak elbette birileri var ama insan kendine dokunan, kalbine
değen yazıları yazan, hatta bunu güzide bir ekiple her hafta yapan
insanlarla konuşmak, yazışmak istiyor.
7 Ocak 2018’de ilk meyvesini veren Cumhuriyet Pazar Ağacı’nın ilk
alıcılarından, ilk okuyucularından olmanın heyecanıyla tatmıştım
ilk yazınızı. ‘Başlarken’ diyerek...