Şu ara tarikat-cemaatler bir kez daha ülke
gündeminde. “Bir kez daha” diyorum, çünkü kendimi bildim
bileli tarikat-cemaatler, bir medya gündemi olarak periyodik
şekilde hep karşımızda oldu. Kendimi bildim bileli bu medyatik
gündemde hep “Tarikat neye denir, cemaat neye” sorusunun
cevabı tartışıldı ve bir türlü bulunamadı aslında çok basit bu
cevap ki hâlâ da tartışılıyor… Kendimi bildim bileli,
televizyonların “tartışma-şov”larında bu soruyu soran
program moderatörleri yüzleri eskiyerek değiştiler, onların
yerlerine yenileri geldi, ama bu soru yine de değişmedi.
Kendimi bildim bileli birileri hep
“İslam’da şeyhlik, dervişlik yok, Peygamber efendimiz zamanında
tarikat mı vardı” diyegeldi; birileri de tasavvufun
faziletlerinden, tarikatların “irfan yuvaları” olduğundan
dem vurup bazı kötü niyetlilerin onları çirkin emellerine alet
ederek insanları sömürdüğünü, aslolanın “doğru” tarikatı
bilmek ve bulmak olduğunu söyledi durdu.
***
Onca yıldır bunlar değişmedi de eğer varsa
bir değişme, o da şu: Düne kadar “Kemalist rejim”i
tarikatları kapatmakla, şeyhlerin-mürşitlerin faaliyetlerini
yasaklamakla suçlayıp kendi dinbaz devri iktidarlarında bunların
önünü ha bire açmış olanların şimdi tam da şikâyetçi oldukları o
“Eski Türkiye”nin iktidar odakları gibi
tarikat-cemaatlerin tasfiyesi yolunda adım atmaları… Bu yolda
kamuoyu oluşturma, bilinç inşa etme operasyonlarına medyada bir
dizi yandaş amigoyu kullanarak başlamış olmaları…
Ekranda, daha doğrusu “iktidar
ekranları”nda tarikatlar-cemaatler üzerine “ilimli”
ya da “alaylı” bir dolu ağızdan söylenenlere, yapılan
yorumlara bakıyorum, neredeyse başvurmadıkları bir tek
Atatürk’ün şu meşhur sözü kalmış
durumda:
“Efendiler ve ey millet, biliniz ki Türkiye
Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi
olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet
tarikatıdır.”
Belki son cümleye küçük bir şerh düşüp,
“Tayyibîlik en doğru ve hakiki tarikattır” diyebilirler!
Ama onun ötesinde tarikat-cemaatler için bugün iktidar nezdinde
gelinen nokta, üç aşağı beş yukarı Cumhuriyet’in kuruluş döneminde
Atatürk öncülüğünde ortaya konulmuş iradeye benzerlik arz
ediyor.
Gel gelelim bugün memlekette tarikatların da
cemaatlerin de artık sabırları taşırdığını özellikle şu son
Adnan Oktar olayını bahane ederek öne süren
“dinbaz iktidarın organik münevverleri”, memlekette din
adına çürümenin, yozlaşmanın, bozulmanın tek sorumlusu olarak bu
çevreleri günah keçisi yapan bir söylem tutturmuş
gidiyorlar.
***
Cumhuriyet’in kurucu iradesi tarikatları
kapattığında dönemin en önde gelen bir “tarikat ehli”
ismi, Nakşi meşâyihten Abdülhakim Arvasi,
“Hükümet tekkeleri değil boş mekânları kapattı. Onlar kendi
kendilerini çoktan kapatmışlardı” demişti. Demişti, ama bu
sözü sadece tekke-tarikatlarla sınırlı bir “dinde
bozulma”yı işaret edermiş gibi yorumlamamak
gerekir.
Çünkü Osmanlı’da “kendini kapatmış”
olan, sadece tarikatlar değildi. Medreseler de bozulmuştu.
“İlmiye sınıfı” ve Şeyhülislamlık da çözülmüştü.
“İrade-i seniye” de (saltanat), “cenâb-ı
hilâfet-penâhî” de (halifelik) kurumsal bakımdan tükenmiş,
“kendini kapatmıştı”.
Yeni kurulmuş Cumhuriyet rejiminin, sistemik ve
kurumsal çerçevede önceki sosyo-politik yapıdan kendince ve elbette
toplumsal bakımdan sarsıcı sonuçlara da yol açarak “radikal bir
arınma” seçeneğine yönelmiş olmasının da bir gerekçesidir
bu.
***