Dün, Balçova Belediyesi ve Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği
işbirliğiyle İzmir’de düzenlenen Eğitimde Adaleti ve Geleceği
Düşünmek Sempozyumu’nda “Köy Enstitüleri ve Eğitim Reformu”
başlıklı oturumunda konuşmacıydım. Bir “Köy Enstitülü Anne”nin
evladı olma kontenjanından!..
Daha önce yeri geldi mutlulukla (Anneler Günü), yeri geldi hüzünle
(vefat) paylaştım onun çarpıcı hikâyesini: Annem Aliye
Esma Atay, 1940 yılında Beykoz’un
Dereseki köyünden Arifiye Köy Enstitüsü’ne (Adapazarı) yol tuttu. O
günden sonra artık o, “Cumhuriyet’in kızı” idi. Ömrü boyunca da
bunun hem gururu hem sorumluluğu ile yaşadı.
Çocukluktan başlayarak hayal kırıklıkları, duygusal ve ruhsal ciddi
sarsıntılarla geçen hayatında Arifiye Köy Enstitüsü anneme yeni bir
“aile” olmuştur aslında. Cumhuriyet’i “baba”, Arifiye’yi “anne”
bildi o!..
Köy Enstitüleri annemin hayatına değmiş, onun hayatının akışını
değiştirmiş, makus talihini yenmesini sağlamıştır da tabii esas
amaç, bunu bütünüyle toplum ölçeğinde yapmaktı. Bir “çiftçi
imparatorluğu”ndan geriye kalan bitkin ve çaresiz insanları çağdaş
bir ulus-devlete ümitle bağlı yurttaşlar kılma yolunda iddialı,
idealist, en önemlisi “romantik” bir hamledir bu. Çünkü
Cumhuriyet’in acelesi vardır! Batı’da yüzlerce yıla yayılan
ekonomik, teknolojik, demografik, düşünsel, kültürel, dinsel ve
siyasal dönüşümler birkaç on yıla sığdırılmak istenmektedir. Öyle
ki köylülüğün Batı’da yaklaşık 200 yıla yayılan kentlileşme,
burjuvalaşma (ve tabii proleterleşme) macerasını bekleyecek vakit
yoktur. Köylüyü köyde dönüştürme yolunda ve köyün kendi çocukları
(Köy Enstitülüler) marifetiyle bir proje hayata geçirilmiştir.
Tabii bir yandan da kırsal-feodal toplumsal düzenin yerel hâkim
güçlerine karşı “içeriden” bir kitlesel seferberlik için...