Amerika’da seçim kampanyası yürüten Cumhuriyetçi adaylar,
İslamofobi’yi en uç noktalara taşıyarak ülkelerindeki Müslümanlara
yönelik bir veri tabanı oluşturmaktan da, ülkeye girmeye
çalışan “kuduz köpek”lere benzettikleri Müslüman
sığınmacılara kapıyı kapatıp sadece Hristiyan sığınmacı almaktan da
bahsediyorlar.
Bu tavrın karşıt kutuptan tamamlayıcısı mahiyetinde, İslamî küresel
tedhit aygıtlarının, artık kendi içlerinde de terörün başını çekme
yolunda yarışırcasına gerçekleştirdikleri eylemlerden bir yenisinin
haberi çıkıyor karşımıza: El Kaide bağlantılı militanlar, Mali’de
lüks bir otelde 170 kişiyi rehin alıp bunların arasında Kuran
okuyabilenleri serbest bıraktıktan sonra (operasyonla etkisiz hale
getirilirlerken) 27 kişiyi öldürdüler.
Anlaşılıyor ki artık çok başa döndük. İslam’ın modernizm ve
demokrasi ile arasındaki ilişkiye yönelik tartışmada bizi çok başa,
ezeli ve ebedi bir takıntıya geri götüren bir noktadayız.
Takıntının iyi işlenmiş erken bir örneği, Arnold Toynbee’de
karşımıza çıkar. 20’nci yüzyılda büyük iz bırakmış Britanyalı
tarihçi, modern Batı medeniyeti karşısında Doğu-İslam dünyasının
iki seçenek arasında gidip gelmek zorunda olduğunu
yazmıştı: “Herodyan”lık ve “Zelot”luk...
Herodyanlar (Yahudiler’in Roma yanlısı ve taklitçisi kralı Büyük
Herod’dan esinle) Batı ile kültürel etkileşimi en uç
noktada “taklit ve benzeme”ye vardıranlardır. Atatürk buna
örnektir.
Zelotlar ise (Roma yanlısı egemenlerine karşı geleneğe sıkı sıkıya
tutunmaktan yana Yahudiler’e atfen) Batı ile her türden kültürel
etkileşimi “mikrobik” sayan ve buna karşı koyan tavrı
anlatır. Vahhabilik de Toynbee’nin bu pozisyona verdiği
örnektir.