Ajans Press’in hafta içinde dikkatimize sunduğu bir basın
bildirisi, “Hafriyat kamyonları terör saçıyor” başlığını
taşımaktaydı. Her ay İstanbul’da 5 milyon ton hafriyat çıkıyormuş.
Ve hafriyat kamyonlarının neden olduğu kazalardan dolayı da geçen
yıldan bu yana 21 kişi hayatını kaybetmiş. 2012 yılından bu yana
hafriyat kamyonlarının yaptığı 5 bin kaza söz konusu.
İstanbul’da kayıtlı 8 bin 494 hafriyat kamyonunca şehrin ortasında
sergilenen “marifet”, bu kazalardan ibaret değil. Bir
de “molozlama” marifeti var!
Çünkü her ay çıkan 5 milyon ton hafriyatın döküleceği sadece 14
alan var ve bunların 7’si tıka-basa dolmuş durumda. O yüzden kamyon
şoförlerimiz, boş buldukları her toprak parçasına öbek öbek kaçak
moloz dökümü yapıyorlar.
Bizzat şahidim, Kurtköy-Pendik’te ikamet ettiğim sitenin yanında,
baharda otlarla, kır çiçekleriyle bezenen açık alanı son iki
yılda “molozladı” bu hafriyat kamyonları...
Yaşadığım evi “moloz-manzaralı” hale getiren bu durumu,
söz konusu açık alanın “sahibi” olan Pendik Belediyesi’ne
bildirdim. Defalarca aradım ve şikâyette bulundum. Defalarca
şikâyetimi kayıt altına aldıklarını nezaketle belirttiler.
Defalarca geri-dönüş yapıp daha detaylı bilgi istediler. Defalarca
alana gelip “keşif” yaptılar. Defalarca durumu ilgili
diğer birimlere aktardıklarını ve gereğinin yapılacağını
söylediler.
Defalarca bunlar oldu ama bir defa bile aktif müdahalede bulunup o
molozlardan oluşan çirkinliği ortadan kaldırarak alanı korumaya
alacak bir operasyon gerçekleştirmediler.
***
Bütün bunlardan çıkan sonuç, bu memleketin biz sıradan
yurttaşlara değil, o “sıra-dışı” hafriyatçılara ait
olduğu bilgisidir.
Belli ki hafriyatı “nimet” sayan bir anlayışın hâkimiyeti
altındayız.
Bu iddiamızı daha somut temellere oturtma yolunda bir yabancı, bir
de yerli iki başvuru kaynağını dikkate sunalım!..
***
Kentsel coğrafya uzmanı sosyal bilimci David
Harvey, beş yıl kadar önce Türkiye’ye gelerek verdiği
konferanslarda, kapitalizmin bugün ayakta kalma yolunda en
çok “kentlere oynadığı”nın altını kalınca çizmişti. Kentsel
dönüşüm projeleri, yani bizdeki yaygın-popüler
kullanımıyla “TOKİ”lerin esbabımucibesi ona göre esasen
buydu.
Kriz dönemlerinde bu sistem, insanları kredi (yani borç) ile konut
sahibi olmaya özendiriyor, böylece konut üretimi ile sermaye
birikimini dengeliyordu. Bu şekilde halkın ihtiyaç ve arzularını
karşılama kisvesi altında aslında sermayenin çıkarları gözetiliyor,
tabii sonuçta kentler felaket bir görüntü kazanıyor, yaşanmaz hale
geliyordu.