Gaddar bir iktidar karşısında korkuya teslim olanlar, o
iktidarın baskı ve zorlamasına maruz kalanlardan ibaret
değildir.
İktidar korkusu, muktediri de teslim alır.
İktidar ve muktedir, birbirinden koparılamaz şekilde aynılaşmış
olarak düşünüldüğünden ve muktedir iktidarın sahibi sayıldığından
dolayı bu korkuyu ayırt etmek kolay değildir. Bu önce muktediri
iktidardan “sıyırarak” değerlendirmeyi gerektirir.
Muktedir, sahibi değil temsilcisi, “taşıyıcısı” olduğu iktidarın
esiri ve kurbanıdır aslında. O yüzden de bu taşıyıcılığı kaybetme
korkusu onu sürekli iktidar gösterisinde bulunmaya zorlar. Sonuç,
iktidarı kendinde ebedileştirme yolunda umutsuz ve imkânsız bir
çırpınıştır.
***
Muktedirin de iktidara tâbi oluşunu ayırt etme yolunda ben en
çarpıcı örnek olarak
hep Mario Puzo’nun
romanından uyarlama Francis
Ford Coppola şaheseri “Baba”
üçlemesinin ikincisinden bir kesiti öne çıkartırım.
Kısaca hatırlatmak gerekirse filmde Michael Corleone (Al
Pacino), yani “Baba”, düşman mafya grubuna çalışarak
kendisine ihanet etmiş kardeşi Fredo’yu (John
Casale) bir süre cezalandırdıktan sonra affeder.
Yaptığından bin pişman Fredo da artık tamamen kontrol altında ve
zararsız bir konumdadır.
Ancak yine de bir sorun vardır. “Baba”ya ölümüne sadık, öl dese
ölecek, her fırsatta elini öpen “bağlılar”ının gözlerindeki
tatminsizlik-hoşnutsuzluk sık sık yansır beyaz perdeye. Onların
hâlâ bir beklentileri vardır. Ve o beklenti dolayımıyla “iktidar”,
“Baba”nın her daim takipçisi ve ona tâbi insanların gözlerinde
tecelli bulmaktadır.