İran’da “post-İslamizm”
kazandı.
Cumhurbaşkanı Ruhani’nin seçim
başarısı yabana atılamaz. Bir önceki seçimde yüzde 50’yi ancak
aşabilen reformcu ve “Batı’ya açık” liderin şimdi
neredeyse yüzde 60 bandına dayanmış olması, üstelik de ekonomide
mevcut tüm olumsuz göstergelere (işsizliğe) rağmen halkın
“kültürel” bir duyarlılıkla, “biraz daha
nefes alma” arzusuyla hareket ettiğini gözler önüne
seriyor.
Post-İslamizm elbette “anti-İslamizm”
değil. Ama Humeyni dönemini karakterize eden, dünyaya sırf
“devrim-ihracı” penceresinden bakan, Ortadoğu’da
“İsrail’e ölüm” çağrısı yapan İslamcı siyasete ve bu
siyasetin içeride de alabildiğine talepkâr uygulamalarına dur
demek... İslam Cumhuriyeti’ni dünyayı karşımıza alarak değil,
onunla yakınlaşarak, diyalogla, diplomasiyle, “angajman”la
da ayakta ve olması gereken yerde tutabiliriz anlayışı
bu...
Bu anlayış seçimi kazandı; bunu “ABD’ye diz
çökme” sayan muhafazakâr (“Humeynici”) çizgi ise
ciddi bir irtifa kaybına uğradı.
***
Ancak ilginçtir ki bununla eşzamanlı
şekilde, İran’ı tüm bu değişmelere rağmen yine de karşısına almaya
iştahlı Trump, Suudi Arabistan’la 110 milyarlık bölümü muazzam
çeşitlilikte ağır silah satışı olan 380 milyar dolarlık bir
“ortakstratejik misyon” anlaşmasına imza attı.
Bunun İran’a karşı ve İsrail’in de desteğiyle bir “Sünni
NATO” oluşturma yolunda başlama vuruşu olduğu yorumları
yapılıyor.
Evet, bu ilginç… Demek ki dış dünyayla
yakınlaşma yolunda ne kadar “postİslamizm” e rota kırmış
olursa olsun İran’ı dünyanın, özellikle de ABD’nin gözünde
“İran” yapan devrimci İslamcılık, İsrail’e tehdit algısı
eşliğinde bu ülkeye politik tutum alışlarda hâlâ yönlendirici,
yörünge belirleyici oluyor.
***