“Kâğıt gazetenin yalnız hafta sonu okunur olduğu günümüzde Cumhuriyet’in de bir Pazar ekine ihtiyacı vardı. Burada bir parantez açayım: Önceden gündelik hayatın içinde yazılı kültürün bir önceliği varken 1950’lerde televizyonla, 2000’ler dönümüyle de internetin hayatımıza girmesiyle görsel kültür ağırlık kazanarak karşımıza bambaşka bir gündelik hayat akışı çıkardı. Buna karşı duramaz, bunu reddedemeyiz. Ama bunun sorunlu bir hayat akışı olduğunu da görmemiz gerekir. Bahsettiğim sorun, insanın okuma-yazmayla ilişkisinin bitmemesi ama minimalize olması. Bu tamamen seyrin cazibesiyle ilişkili ki bu durumun psikolojik ve kültürel sorun ve sonuçları ortaya çıkar, çıkacaktır. (…)
Elbette pek çok gazetenin pazar eki var. Biz biraz toplumumuza ve hedef kitlemize güvenerek ‘okunan’ ve okurdan bir veya birkaç saat talep eden bir ek yapalım istedik. Aşağı yukarı 35 yıldır hoca olarak akademik dünyadayım. Son 15-20 yıldan beri de medyanın içindeyim. Kadroyu kurarken bir yanıma hocalarımı, diğer yanıma da öğrencilerimi aldım. Bu ekte benim hocam olmuş insanlar da yazıyor, öğrencim olmuş insanlar da. Bunlar sosyal bilimlere, iletişim bilimine, medya ve kültürel çalışmalar alanlarına ilgisi olan; bu konularda kafa yormuş, eser vermiş insanlar. Bu iki kuşağın arasında kalan, kendi kuşağımdan olan arkadaşlarımı da ekleyerek kadroyu tamamladım. Eğlenceyi sululuğa, ciddiyeti kuruluğa dönüştürmeyen, aramızdaki etkileşime güvendiğim insanlar aldım yanıma. (…)
Aldığımız geribildirimler sayesinde bir boşluğu doldurduğumuzu, entelektüel arayışlarla ilişkisini koparmamış kesimin özlediği bir içerik ortaya koyduğumuzu görüyorum. İnsanlar dert yanıyor neden internette yok diye. Ekimiz internette yok, çünkü biz insanların kâğıt gazeteyle haşır neşir olmalarını, o kokuyu içlerine çekmelerini istiyoruz! Belki önümüzdeki dönemde eski sayıları belli bir sistem dahilinde okura açma gibi bir hedef var, bir seçki olarak. (…)
Bir sosyoloji sınıfının kapısının halka açıldığı yer Cumhuriyet PA7AR... Ömrüm, hayatı üniversiteye taşımakla geçti. Derslerde hep hayatı anlattım, çünkü hayata değmeyen bilgi kazanılamaz.Kuram anlatırken, yöntem anlatırken, kavram anlatırken bütün bunların yaşadığımız hayata değmesi gerekir. Cumhuriyet PA7AR’da da üniversiteyi hayata taşıyorum. Hayattan aldıklarımı birtakım çözümlemeler doğrultusunda, belli bir sosyolojik kapasitesi olan genç ve olgun yazarlarım üzerinden hayata taşımaya çalışıyorum. Farkımız bu.
‘Yanlış hayat’, Frankfurt Okulu’nun önde gelen temsilcilerinden Adorno’nun meşhur sözü, malûm: ‘Yanlış hayat doğru yaşanmaz’... Mesele şudur, birileri seni yanlış hayatın doğru olduğu yanılsamasına sokup, onu doğru diye yutturmaya çalışıyor. Biz yanlış hayata nasıl dayanılır, panzehri nedir, onun derdindeyiz. Bir parça panzehir olabilmek!.. Biliyorsun, panzehir zehirden çıkar. O halde zehirli olan her şeyle ilişki kurmam gerekir. O ilişkiye girmem gerekir. Onların hepsini tartışmaya açmam, çözümlemeye açmam gerekir. Dayanışmanın yok olduğu, insanın insanla kurduğu olumlu ilişkinin azaldığı, kimsenin kimseyi umursamadığı bir dünya; her yerde bunun etkisini görüyoruz. Bu bir sistem sorunu ama biz bunun bir parçasıyız. Sonuçta taş devrine dönemeyiz. Bu hayatı yaşayacağız, bu endüstriyle, bu teknolojiyle iç içe yaşayacağız. Ama onun nesnesi olmadan, kendi özneliğimizin farkında olarak... İnsanlarımıza, toplumumuza böylesi bir panzehir olmaya çalışıyoruz. (…)