Aslında bugünkü yazım, “Durmanın ve
susmanın gücü” başlığı altında, sevgili dostum
Barbaros Şansal’ın Kıbrıs’ta
maruz kaldığı “sıradan faşizm” üzerine olacaktı. Ya da
faşizmin nasıl gündelik hayatımızın “yeni normal”i haline
geldiği üzerine bir yazı diyelim!.. Barbaros’un avaz avaz zehir
saçan bir ağız karşısında o muhteşem “duruş ve
susuş” ile nasıl “panzehir” ürettiğine dair bir
yazı… Nasıl bazı sorular karşısında susmak en doğru cevapsa,
kaba-saba, kara- zorba cehaletin çirkef şovenliği karşısında da
korkmadan, kaçmadan ve “saldırganlık” oyununa gelmeden
“dimdik susmak” güçlülüktür diyecek bir
yazı…
Bunu yazamadım (ya da işte bu kadarcık
yazabildim!) ve bir “Veda” yazısıyla
karşınızdayım!..
***
Cumhuriyet gazetesinde yönetim değişti;
benim bu gazeteyle bir yazar olarak bağımın kurulmasından çok
öncelere giden uzun, tatsız, çirkin ve ne yazık ki aralarında dost,
kardeş, ağbi bir dizi insana son iki yılda büyük bedel ödetmiş bir
çekişmenin son durağı mahiyetinde…
Ve ben, Cumhuriyet’le yazarlık bağı kurduktan
sonraki süreçte yaşadıklarım, tanık olduklarım, gözlemlediklerim
doğrultusunda kararımı ayrılmaktan yana veriyorum.
Yaklaşık 3 buçuk yıl Cumhuriyet’in ekmeğini
yedim. Cumhuriyet beni Türkiye’de çok geniş bir kamuoyu ilgisine
açtı, müthiş bir okur sevgisine kavuşturdu. Bir sosyal bilimci
olarak hep dediğim gibi, hayatın içinde olup bitenleri yıllarca
üniversiteye nasıl taşıdıysam, üniversitede öğrendiklerimi de
(kavram, kuram, yöntem) hayata, topluma, halka taşıma imkânını en
yoğun, en etkin, en saygın şekilde veren “ocak” oldu bana
Cumhuriyet…
Evladıma bırakacağım en kıymetli miras
bu!..
***
Dolayısıyla ben de aynen
Murat’ın (Sabuncu) yaptığı gibi, ne oldu, neden
oldu, nasıl oldu, kim haklı, kim haksız, yanlış, kusurlu ve benzeri
konulara bu aşamada hiç girmeyeceğim. Ancak iki gündür gerek yeni
yönetimle irtibatlı gerekse de çok daha zorlayıcı şekilde
okurlarımdan gelen “Gitme kal” çağrıları karşısında;
yaşanmış olanlar üzerinden Cumhuriyet’e zarar verecek hiçbir
gerekçe öne sürmeksizin sadece bir tek söz söylemek
istiyorum:
Ahde vefa diye bir şey var.
Bana Cumhuriyet’in yolunu Can
Dündar açtı. Can, benim 45 yıllık arkadaşım; sokaktan,
mahalleden, okuldan… Benim mazim o ve mazisi olmayanın istikbali
olmaz. Murat Sabuncu da gazeteciliğe 2003’te adımımı attığım ilk
yıl Milliyet binasında hep siyahlı ya da “lacili” takım
elbisesiyle bir eli cepte “sevimli bir ciddiyet”
içinde aşağı yukarı dolaşırken karşıma çıkmış bir güzellik, ve
dostluğumuzu o günden bugüne taşıdık. O da gazetecilik pratiğinde
bir başlangıç siması benim için…
Ben Cumhuriyet’te acısıyla tatlısıyla, bazen
kol kırılıp yen içinde kalacak şekilde Can’la, sonrasında da
Murat’la ve tabii Akın Atalay’la Orhan
Erinç’le çalıştım. Şimdiki yönetim değişikliği de malûm,
bu ekibin tasfiyesi olarak değerlendirilmekte.
Ben onlarla birlikte ayrılmaktan yana
kullanıyorum tercihimi ve adeta etin tırnaktan ayrılmasının
karşılığı olabilecek bir duygusal acıyla okurlarımdan haklarını
helâl etmelerini diliyorum!..
***