Rahmetli hocamız
Prof. Ünsal Oskay’ın
ders yaptığı sınıfın kapısı hep açık olurdu.
Çünkü sınıfın içinde, bırakın sıraları, duvar diplerinden
başlayarak kürsüye doğru uzanacak şekilde beton zemine oturmuş
öğrencilerden adım atacak yer kalmadığı için, dışarıda kalanlar
kapının açıldığı koridordan dersi dinlerdi.
Bunların hepsi elbette dersi kredili alanlar değildi. Ünsal Hoca’yı
gönüllüce ve “gönülden” dinlemeye gelen öğrenciler de
vardı.
Öğrenci ders yoklamasının kâğıtlara değil kalplere atılan imzalarla
alındığı “Üniversite”dir bu!..
***
Tabii başka bir üniversite daha vardı. Hâlâ, üstelik daha da
katmerlice var.
Derse 5-10 dakika geç gelen öğrenciyi bile almamak için sınıfın
kapısını içeriden kilitleyen “memur” hocaların istihdam
edildiği üniversite o da!..
Ünsal Hoca’nın üniversitesi, kapısı bilime, düşünceye, eleştiriye
açık olmaktan öte insana, topluma, millete, kısacası herkese açık
üniversiteydi.
Derse bir parça geciken öğrenciye bile tahammülü olmayıp sınıfın
kapısını içeriden sıkı sıkıya kilitleyen “kolluk”çu hocaların,
dekanların, rektörlerin üniversitesi ise güvenlik görevlilerine,
polislere, “askeri ve mülki erkân”a açık en çok...
***
Türkiye’de yükseköğretimin geneli elbette hiçbir zaman Ünsal
Hoca’mızın pratiğinin yaygınlaştığı bir görüntü vermemiştir. Ama
böyle bir üniversite anlayışının hayata geçtiği akademik kurumları,
fakülteleri, bölümleri hiç olmadı da değil bu
memleketin...
Onlar, “Üniversite” dendiğinde bizim namusumuzdular.
***
Türkiye’yi yönetenler bu “namus”la hep oynamıştır. Ama hiçbirisi son dönemde yaşananlarla tescillendiği üzere, şimdi başımızdakiler kadar kirletmedi üniversitenin namusunu...