Akif Beki dokundu, Diyanet-tarikatcemaat
meselesini yeniden açmak şart oldu.
Eski Bakan Nihat Ergün’ün bir kitabından
hareketle Beki, Diyanet Kanunu’nda geçen yasama döneminde yapılan
değişikliklere değiniyor. Buna göre Din İşleri Yüksek Kurulu’na
tarikat ve cemaatleri araştırıp gerektiğinde onların işlerliğine
yönelik öneriler getirme görevi verilmekteymiş. Ayrıca bu önerileri
hayata geçirecek mekanizmaları kurma yetkisi de Din Hizmetleri
Genel Müdürlüğü’ne verilmiş.
Kanımca olmayacak duaya amin demek gibi bir şey.
Tarikatlar açısından da iddia ediyorum, resmen yasaklı oldukları eski günleri aratabilecek bir girişim.
Çünkü o yasaklı dönemde onlar, işlerliklerini elbette gizli-saklı, kıyıda-köşede-kuytuda, ama yine de kendi özgür iradeleri ile sürdürebiliyorlardı.
Beki, Ergün’ün de bir önerisi olduğunu kaydediyor: Tarikatların program, idari yapı ve faaliyetlerini deklare edip şeffaflaştıracak bir modelle şeyhliği babadan oğula geçmekten kurtarmak, seçilme usullerini kurallara bağlamak, hatta şeyh adaylarını sınava tabi tutmak... Osmanlı’da 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında devletin (mesela aşiretler de dert edilerek) benimsenen genel “merkezileştirme” politikasıyla bağlantılı şekilde Şeyhülislamlık bünyesinde tesis edilmiş “Meclis-i Meşayih”ten (Şeyhler Meclisi) esinli bir model bu...
Şunları kaydetmek gerekir:
Bir kere zaten şeyhliğin babadan oğula geçmesi şeklinde genel bir kural ya da koşul tarikatlarda yoktur. Bazılarında bu karşımıza çıkabilir ama liyakatle ilgilidir. Zorlama olarak hayata geçirildiğindeyse ciddi sorun ve sıkıntılar beraberinde gelir. En yakın örnek, bir dönem Türkiye’nin en canlı, popüler ve etkin Nakşibendi çevresi olan İskenderpaşa Cemaati’nde Şeyh Esat Coşan’ın ölümünden sonra posta oturtulan oğul Nurettin Coşan’ın kabul görmemesiyle bağlantılı olarak bu çevrenin sönümlenmesidir.
Şeyhlik, daha çok halifelik üzerinden kazanılır. Bir tarikat şeyhinin farklı diyarlara kendi “tarik”ini (“Allah yolu”nu) yayma amacıyla gönderdiği önde gelen halifeler, gittikleri yerlerde oluşturdukları kitlesel ağla bağlantılı güç ve nüfuz kazanırlar. Zamanla kendilerini oraya gönderen “Büyükşeyh”e bağlılıkları (“rabıta”) sürse bile kayda değer ölçüde bağımsız hareket eder hale de gelirler.
Kendi şeyhliklerinin hayata geçmesi için de “Büyükşeyh’in
irtihali” yeterli olur.
Üstelik buna yol açan dinamik, pratikte bir şeyhin kendisinden
ziyade takipçileridir. Şeyhliğe yükselme, posta oturma, onların
arzusu ve rızasıyla gelir. Bir adam, şeyhlik ister mi ister, bunun
için can atar mı atar belki, ama “mürit” razı değilse