Gezi, bir çığlıktı.
Yaşam biçimlerini yitirme kaygısı duyan on milyonlarca insanın, bunun sorumlusu saydıkları bir iktidara karşı canhıraş çırpınışla attıkları bir çığlık...
Memleketi “Hisseli Dinbazlıklar Kumpanyası”na çevirmiş hoyrat,
acımasız, kendinden başka herkese düşman bir iktidara karşı atılmış
çığlık...
Reina ise bir kıyım.
Gezi’de on milyonlar halinde “Beni duyun, anlayın” diyen, ama karşılığında komplo, provokasyon, darbeye davetiye diye lânetlenen o çığlığın kıyımı...
***
Gezi olayları başladığında muhafazakâr kesime yakınlığıyla bilinen psikatrist Prof. Dr. Erol Göka bir gazeteye verdiği röportajda çarpıcı bir yorumla Gezi’yi “laik kimliğin feryadı” olarak tanımlamıştı.
Çok doğruydu.
Ama muhafazakâr camia içerisinden dahi Gezi olaylarının ilk günlerinde kendisini gösteren böylesi “akil” sesler, sokağa dökülenleri topyekûn kriminal addeden, “çapulcu” diye lânetleyen ve terörle irtibat ve “iltisak” içinde sayan irade tarafından duyulmaz kılındı.
Hele ki 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Gezi için, bırakın böyle bir hayat isyanı, çığlığı, feryadı demeyi, sosyolojik mahiyette bir kelime etmek bile imkânsızlaştı. O, 15 Temmuz’a giden yolda ilk “prova” sayılır oldu.
Hâlbuki Göka haklıydı. Gezi, bir feryattı. Ve o feryat kaale alınmadığı, bastırıldığı, ezildiği için bugün Reina’ya gelmiş bulunuyoruz!..