Hayatımın en şaşırtıcı, ama aynı zamanda en heyecan verici
davetlerinden birine cumartesi günü icabet ettim. Türk Ocakları
İstanbul Şubesi Gençlik Kolu’nun benden bir ders talebini
karşılamak; popüler kültür, dijital çağ, yeni medya başlıklarının
altını özellikle Türkiye bağlamında doldurmak üzere Ocağın
Çemberlitaş’taki konferans salonundaydım.
Bir tatil gününün ortasında saat 12’de gayet ciddi ve istikrarlı
bir dinleyici grubunun önünde anlattım da anlattım: Folk kültür,
popüler kültür, kitle kültürü… Sözlü kültür, yazılı kültür, görsel
kültür… Masallar, romanlar, diziler… Kapitalizm, sosyalizm,
küreselleşme… Comte, Marx, Baudrillard… Homeros galaksisi, Gutenberg galaksisi, Bill-Gates galaksisi…
***
Türk Ocakları’nın tarihsel önemi malûm: Türk ulus-devletine
beşiklik yapmıştır onlar. Diğer bir deyişle Türk Ocakları,
Cumhuriyet’in içinde piştiği “ocak”tır.
Bu nedenle de en bitimsiz tartışmalardan biri, 1912’de açılmış Türk
Ocakları’nın Cumhuriyet kurulduktan sonra 1932’de kapatılması
olayıdır.
Bu konuyu tabii derste konuşmadık ama sonrasında beni davet eden
gençlerle sohbet ederken tartıştık.
Bilindiği üzere Türk Ocakları kapatılıp yerine Halkevleri açılırken
temel motivasyon, Ocakların devletin Türkleşmesi yolunda harcadığı
çabanın ve yaptığı katkının tamamına erdiği, bir
“milli devlet”in kurulduğu ve artık toplumun Türkleşmesi
(“millet”leşmesi) yolunda daha dinamik bir girişim gerektiğidir.
Tabii burada Halk Partisi ile doğrudan bağlantılı şekilde
Halkevleri’nin önü açılmıştır.