Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Zeynep
Sayın’ın bir öğrenci tarafından resmi makamlara
ispiyonlanması pek çok cepheden ele alınabilir. Birincisi bu olay,
Türkiye’nin “akademi-politik” kısa tarihinde muhbirlik pratiği
açısından 1970 ve 80’lerden bugüne nereden nereye savrulduğumuza
ilişkin çarpıcı bir veri sunmakta.
Bizim üniversite öğrenciliğimiz, bazı hocaların diğer hocaları, ama
bunun yanı sıra öğrencilerini de ihbar ettikleri bir
akademi-politik ortamın içinde geçti.
Yan odadaki meslektaşını da, alt kattaki asistanını da,
bahçedeki-kantindeki öğrencilerini de polise-jandarmaya ihbar,
işaret ve teslim eden hocalar biliyorum, tanıyorum. “12 Eylül”
döneminde de, sonrasında 1990’larda da…
Ama elbette öğrencisini kovalayan polise -jandarmaya engel olmaya
çalışan, bu arada hırpalanan hocalar, hocalarımız da
olmuştur.
Devir değişti.
Şimdi öğrenci, hocasını ihbar ediyor.
Benim akademik ömrümün bir kısmı, mahkemeye düşmüş öğrencilerimin
peşinde koşmakla, onları yalnız bırakmamakla geçti.
Şimdi öğrenciler, bazı muhbir “dersliktaş”larının
ispiyonladığı hocalarının peşinde adliye kapılarında,
koridorlarında, salonlarında.
Bizim zamanımızda daha çok hocalar, resmiyet karşısında statükocu
ve itaatkâr, öğrenciler ise radikal, eleştirel ve
isyankârdı.
Şimdi hocalar radikal, eleştirel ve protest iken öğrenciler
statükocu, konformist ve itaatkâr.
Aslında bunlar en çok o 1970-80’lerin öğrenci kültüründen miras,
özgürlükçü ve eleştirel bir üniversite özlemiyle dersliklerin
sıralarında oturup sonra kürsülere yükselme başarısı göstermiş olan
hocaların başına geliyor.